Bozkurt Raconu: Ergun Babahan Gazeteci Sıfatını Kullanıyorsa Biz Bırakalım...

Patronsuz gazete iddiasıyla yola çıkan Birgün neden başaramadı? Solcu Sedat Bozkurt nasıl oluyor da küresel sermaye kuruluşunun Ankara Temsilciliğini yapıyor? Sabah ve ATV’de yapılan kıyımın kurbanlarından biri olan Bozkurt’tan o döneme ilişkin çarpıcı tespitler… Ergun Babahan’ı neden Fox ekranlarına çağırıyor? İşte Fox Ankara Temsilcisi Sedat Bozkurt’un Genel Yayın Yönetmenimiz Ersin Tokgöz'e yaptığı olay açıklamalar…
ABONE OL
Abone Ol
Bozkurt Raconu: Ergun Babahan Gazeteci Sıfatını Kullanıyorsa Biz Bırakalım...
Haberler / Medya
24 Ağustos 2007 Cuma 01:20
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş

24 Ağustos 2007

Ersin Tokgöz'ün Röportajı...

 

Adam Smith ‘kapitalizmin görünmez eli’ni tarif ederken o görünmez elin bu kadar her yerde olacağını tahmin edebilmiş miydi bilmiyoruz ama haklı çıktığı çok açık. Örnek mi? Hayatı boyunca ideolojisini solda tutan ve hala devrimin umudunu bile güzel bulan Sedat Bozkurt, küresel sermayenin en büyük oyuncularından Fox’un Ankara Temsilciğini yapıyor. Bozkurt, gerçi “Ruhumu değil Fox’a emeğimi satıyorum” diyor ama solcu emekleri alan kapitalin kendi ruhunu nasıl güçlendirdiği ve totalde karşıt ruhlara nasıl baskın çıktığı da açık. Aslında ne ideolojik bakış ne de hangisinin diğerine baskın çıktığı konumuz değil. Hele böylesi bir sunuşta işlenecek konu hiç değil. Ama solculuğunu ısrarla muhafaza eden ve kendisini böyle tanımlayan Bozkurt, meslek yaşamında karşılaştığı zorluklardan genel medya analizlerine kadar bu temel referanstan hareket ediyor. İşte patronsuz gazete girişimlerinden Sabah-ATV kıyımına, Fox’taki işleyişten Ak Parti’deki solculara ve ideoloji-gerçeklik çelişkisine kadar Bozkurt’un çarpıcı tespitleri...

 

 

TURKTİME: Özellikle özgürlüğe atıf yapılan dönemlerde patronsuz gazete bir can simidi gibi kutsanıyor ve girişimlerde bulunuluyor. Ancak Vatan ve Birgün örneğinde olduğu gibi, gördük ki bu iş yürümüyor. Siz de patronsuz gazete Birgün’ün Ankara temsilciliğini yaptınız. Patronsuz gazete hayalinin reel bir karşılığı var mı?

SEDAT BOZKURT: Bu, tam bir Nasrettin Hoca hikayesi gibi. Kime sorsanız herkes haklı. Biz ATV’deydik. ATV’de yasadan kaynaklanan haklarımızı ve mesleki ilkemizi ortaya koyduğumuz için Türkiye’nin ilk sürgün edilen gazetecilerinden biri ben oldum. Bu benim onurumdur. Bunu taç olarak başımda taşırım. Makamlar, mevkiler, büyük paralar önerdiler bize ama elimizin tersiyle ittik. Böyle ilkesel bir duruş sergilerken o dönemde paralel bir süreçte yürüyen patronsuz gazete projesi oldu. Gelin, gazeteciliğinizi burada yapın dediler ve biz de denedik.

 

TURKTİME: Birgün projesinin tam olarak karşılığı neydi?

SEDAT BOZKURT: Binlerce haber içinde habersizlikten yada kirlilikten boğulmuş insanlar bir umut olarak adeta saldırdı. Birbirimizle yaşıyoruz ama birbirimizden haberdar değildik. Bizi buluşturacak bir noktaya ihtiyaç vardı. Çünkü bu ülkeyle, bu ülkede yaşayan insanlarla ilgili kaygılarımız vardı. Ortak kaygılarımızı bir araya getirip güce dönüştürme şansımız var mıydı, ona bakacaktık. Türkiye’deki medya düzeni insanlara çok farklı bir hayat biçiyor. Bütün insanlar kendilerine dayatılmış bir hayat yaşıyorlar. Evlerimizin en baş köşesinde dinsel aygıt gibi televizyon var ve oradan bize bir yaşam empoze ediliyor. Her şeyimize bizim adımıza karar veren bir güç var. Bu güç, ilahi bir güç haline geldi. Bunlara uymadığınız zaman aforoz ediliyor, cehennemlik bir yaratık haline geliyorsunuz. Bundan kurtulup daha bir kendimize dönmemiz, biraz daha insanlaşmamız gerekiyordu. Bunu sağlamak için bu kaygıları birbirimize anlatacak bir aygıta ihtiyacımız vardı ve Birgün projesi de böyle gelişti. Felsefi olarak bu şekilde içi doldurulmuştu ve bizim de tam kızgın olduğumuz bir döneme denk gelmişti.  Doğru işler yapıp da cezalandırılmak, işsiz güçsüz, aç susuz kalmak kolay bir iş değil. Ve sonuçta başladık.

 

TURKTİME: Neden yürümedi?

SEDAT BOZKURT: 30-40 bin satan bir gazete olsaydı daha iyi olacaktı ama çok uğraşılmasına rağmen tirajı gelip 10 bine indi. Matbaada sorun var, kağıtta sorun var, dağıtımda sorun var. Herhangi bir yer gazete kağıdı satmıyor. Trilyonlar verip ithal gazete kağıdı almanız lazım. Bunun gibi sorunlar arka arkaya geldi. Tiraj da 10-15 bin arasına düşüp belli bir siyasi görüşe yakın insanların direkt desteklediği gazete haline dönüşünce otomatik olarak oraların daha çok sesini duyurmak ihtiyacı duyulmaya başladı. Bir de bizim örgütlenmelerde bazı kronik hastalıklarımız vardır. Hizipçilik gibi unsurlar da işin içine girince yola çıktığımız amaçları burada sağlayamayacağımızı gördük ve ayrıldık.

 

TURKTİME: O dönemi izlerken patronsuz gazetedeki patronlaşan çalışanlar George Orwel’ın Hayvan Çiftliği kitabı anımsatırdı.  Bu handikap ne kadar aşılabildi?

SEDAT BOZKURT: Aslında tam olarak ona dönüşmedi. Bizim oradaki varlık nedenimiz mesleki kimliğimizdi, siyasi kimliğimiz değil. Ama sonrasında gerçekleşen ortama baktığınızda tespitiniz doğru. Gazete çıkıyor, gazeteyi çıkartacak, manşetini atacak, hangi haberlerin yer alacağını belirleyecek bir irade var ortalıkta ama para lazım olduğu zaman iş değişiyor. Tamam, bedava çalışalım, herkes fedakarlıkta bulunsun, mesele değil ama bunu bir başkasından, mesela dolmuş şoföründen isteyemiyorsunuz. Mesela insanlar dolmuşla bir yere gideceği zaman “Ben patronsuz gazeteyi çıkartıyorum, beni bedava götür” dediğiniz zaman götürmüyorlar. Demek ki bu fedakarlığın bir sınırı var. Dolayısıyla gazete içinde patronlar türedi. 20 tane gazete alan herkes bu gazetenin patronu yerine koymaya başladı kendisini.

 

TURKTİME: Patronsuz gazete hayal mi?

SEDAT BOZKURT: Evet, hayal.

 

TURKTİME: Vatan da benzer bir misyonla çıktı; gazetecilerin patron olduğu gazete…

SEDAT BOZKURT: Vatan’ın patronunun kimin olduğunu biliyoruz. Ama Vatan başka bir şey de gösterdi; Bir patronla bile arkasına başka bir medya grubunun desteğini almadan gazete çıkarılması mümkün değil.  

 

 

“HÂLÂ SOLCUYUM… FOX’A EMEĞİMİ SATIYORUM, RUHUMU DEĞİL”

 

 

TURKTİME: Birgün’ün ideolojik bir duruşu vardı ve siz de o ideolojiye yakın bir gazeteci olarak Ankara Temsilciliği yaptınız. Bugün yine temsilcisiniz ama şimdiki patronunuz küresel sermaye. Bu nasıl bir paradoks böyle?

SEDAT BOZKURT: Haklısınız… Bu bir paradoks. Benim babam da pastacıydı ama emperyalist sermayeye mal satıyordu. Ama burada ben emeğimi satıyorum, ruhumu değil. Ben hala solcuyum.

 

TURKTİME: Solcu emekler karşı oldukları emperyal sermayeye satılabiliyorsa ideolojilerin de artık miadını doldurduğu söylenebilir mi?

SEDAT BOZKURT: Hayır, söylenemez. İşin doğası bu. Üretim araçlarının kimlerin elinde olduğundan tutun da üretime insanların katkısına, sermaye-emek arasındaki çelişkiyi nasıl tanımladığınıza kadar siyasal kimliğinizle hareket edersiniz. Bunlar sizin siyasal tercihinizin ortaya konması için verilerdir. Patrona patron olarak bakmak zorundasınız. Medya patronu var mıdır, vardır. Emin Çölaşan’ın da atıldı. Demek ki Emin Çölaşan’ın da patronu vardı. Çölaşan’ın bunu anlaması lazım. Bir çalışanlar var bir de patronlar. Ve çalışanlarla patronların olduğu bir yerde ideolojiler bitmez. Emek-sermaye çelişkisinin bittiğini söylemek mümkün mü? Ankara’nın bir ucundan diğer ucuna geçene kadar üç tane ülke geçiyormuş gibi oluyorsunuz. Bir ucundaki insanın ekonomik durumu ile diğer uçtaki insanın ekonomik durumu arasındaki fark bunu gösteriyor. Bu fark kapandığı zaman ideolojilerin bittiğinden söz edebiliriz. Dolayısıyla bunların bir şekilde ifade edilmesi lazım ve bunları ifade ederken siyaset yapıyorum. Diyorum ki; 1 milyon aç var ve bunun nedeni 100 bin çok zengin insandır.

 

TURKTİME: Tamam, kağıt üzerinde bunu ifade etmek çok güzel. Ama bunu derken yine de gidip emeğinizi o açlığın nedeni olarak gördüğünüz çok zengin insanlara satılabildiğiniz gibi bir gerçek de karşımızda. Bu durumda bu ideoloji ne kadar anlamlı?

SEDAT BOZKURT: Dünyanın en eski mesleği fahişeliktir. O da bir emek işçiliğidir. Yani nereden baktığınıza bağlı. Benim Fox’taki durumum çelişki yaratabilir ama dediğim gibi ben sınıfsal bakıyorum. Her ay çalışmam karşılı aldığım bir maaşım var ve ben onu hak etmek için işimi yapıyorum. Başka bir talep de yok benden. Patronum siz olsaydınız ve beni bu halde görseydiniz benden başka bir talepte bulunur muydunuz? Onlar da bulunmuyorlar.

 

 

“ERGUN BABAHAN GAZETECİ SIFATINI KULLANIYORSA BİZ BIRAKALIM!”

 

 

TURKTİME: Şamil Tayyar gazetecilik hayatında unutamadığı tek olayın Sabah Gazetesi’nde yapılan haksızlık olduğunu söylemişti. Siz de o haksızlığa uğrayan gazetecilerdensiniz. O haksızlık sizin üzerinizde nasıl bir etki bıraktı?

SEDAT BOZKURT: Siyasal tercihimiz bizi hayatımız boyuna haksızlıklarla muhatap etmiştir. 14 yaşında tanıştık haksızlıklarla. Dolayısıyla o konuda bir sıkıntımız yok. Şamil’i biraz daha acıtmış olabilir belki. Ama ben ideolojik olarak farkı koyduğum zaman bunun sonuçlarının nedenini bulmakta sıkıntı çekmiyorum. Sonuç itibariyle Muharrem Sarıkaya da Ergun Babahan da patron temsilcisiydi. Ergun Babahan’ın şimdi yazdığı demokrat, hukuk tanıyan, mesleki anlamda müthiş yazılarına bakınca gözlerim yaşarıyor. Ergun Babahan bu coğrafyada bunları yazacak en son kişidir. Gazeteci sıfatını o kullanacaksa biz bırakalım. Ama sorun Ergun Babahan’da değil, Babahan’ı meşrulaştıranlarda. Bugün siyasal iktidarın belki en büyük ayıplarından bir tanesi hala Ergun Babahan’ların gazeteci sıfatını taşıyor olmalarıdır. Hala muharrem Sarıkaya’nın gazeteci sıfatıyla, yakasına basın yazıp parlamentoda dolaşıyor olması ve siyasetçilerin de ona gazeteci muamelesi yapmaları siyasetçi açısından ayıptır.

 

TURKTİME: Siyasetçiler ne yapsınlar? Küssünler mi bunlara?

SEDAT BOZKURT: Küsemezler. Sonuç itibariyle onlar da medyanın gücünü elinde bulunduran insanlar.   

 

TURKTİME: Her ne kadar haksızlıklara alışkınım deseniz de sözlerinize bakınca bugün bile o dönemin kırgınlığı var sanki üzerinizde…

SEDAT BOZKURT: Kırılmadık desek yalan olur. Çünkü biz orada işimizi düzgün yapmaya çalışan düzgün insanlardık. Mesleki olarak bize bir şey deme durumları yok çünkü oradan ayrılan bütün arkadaşların hepsi bugün kalanlardan daha iyi noktadalar. Hem maddi hem manevi hem de piyasada gördükleri itibar ile oradakilerden iyi durumdalar. Şimdi biz hiçbirimiz gezerken boynumuz aşağıda gezmiyoruz. Hepimiz o dönem doğru yaptığımıza inanan insanlardık. Üzüldük kırıldık ama böyle bir ilahi adalet var. Geç de olsa tecelli ediyor. Döndü dolaştı geldi. Turgay Ciner’in çok güvendiği adamlar kendisine öyle kazıklar attılar ki şimdi muhtemelen Turgay Ciner bunlarla karşılaşmak bile istemiyordur. Ergun Babahan hala Sabah Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni ama benim kadar itibarlı olduğuna, gazetecilik sıfatını taşımaya benim kadar layık olduğuna inanmıyorum. Eğer Ergun Babahan’ın ben iyi gazeteciyim, namuslu gazeteciyim şeklinde bir iddiası varsa FOX’un ekranları açık. İlk kez patronumdan “bana yarım saat yayın hakkı verir misin” diyerek bir şey isteyeceğim ve bunu kendisiyle konuşacağım.

 

TURKTİME: Babahan neden gazeteci değil?

SEDAT BOZKURT:  Babahan iktidar sever.. Gazetecilik muhalif bir iştir. Ben sabah’taki ATV’deki talimatlarını biliyorum. Ak Parti ile ilgili talimatlarını biliyorum. Hatta daha vahimi var. Ak Partililer beni ziyarete geliyordu, haberlerimizi neden vermiyorsunuz diye geliyorlardı. Ben haber değeri yok diye geri gönderiyordum. Anlatabilirdim o dönem onları. Ama anlatmadım. O yüzden gazeteci değil Babahan.

 

 

“HAYATIMIN SABAH-ATV BÖLÜMÜYLE İLGİLİ SİFONU ÇEKTİM!”

 

 

TURKTİME: Neydi o talimatlar?

SEDAT BOZKURT: Tahmin edilebilecek şeyler. O talimatlardan sonra gelip şimdi Ak Particilik, demokratlık gazetecilik yapmak olacak iş değil. Bir zamanlar solculuk falan yapıyordu, iyice kanıma dokunuyordu.  Ama şunu söyleyeyim. Hayatımın o bölümüyle ilgili sifonu çektim.

 

TURKTİME: Siz sifonu çekseniz bile o dönem yakın dönem basın tarihi açısından yok sayılamayacak bir dönem ve hala perde arkasındakiler merak ediliyor. Tam olarak ne oldu?

SEDAT BOZKURT: O dönemi mutlaka yazmamız lazım diye iletişim fakültesinden öğretim üyesi arkadaşlarımız geliyor. Bizim de o dönemi unutturmak gibi bir niyetimiz yok. Haklarını talep ettiği için, meslek ilkelerine sahip çıktığı için gazeteciyi sürgün ediyorsun. Geçmiş dönemde kullanmadığımız izinleri kullanılmış gibi göstererek kağıtlar imzalatmaya çalıştılar. Biz oradan işkillendik. Patron seni otomatikman karşı taraf ilan ediyor. 212’ye aykırı bir sözleşme getirdiler ve imzalanacağını söylediler. Onunla birlikte bir ibraname getirdiler. Geçmişe dönük bütün halklarınızı aldınız diye. Durduk yerde bunlar ortaya çıkınca biz niye imzalamadık. Dinç Bilgin’in çok zor zamanında orada çalıştık, maaşımızı alamadığımız zamanlar oldu, telefonlarımız kesildi ama gıkımız çıkmadı çalıştık. Kurumla bizim aramızda sadakat aranacaksa o günde aranmalıydı ve biz gösterdik onu. Bunlara ihtiyaç yok. Eğer böyle bir şeye ihtiyaç duyuluyorsa ister istemez arkasında kötü niyet arıyorsunuz. Ve imzalamayınca da baskılar gelmeye başladı. Sarıkaya o zaman coştu zaten. ATV’de Mehmet Tezkan vardı, onun tarzı daha naifti. Ergun Babahan yada Muharrem Sarıkaya gibi rencide etmedi. Gelip ortalıkta “Yerin 300 metre altında çalışan madencinin parasını size yedirmem” diye bağırınca bir anda kendinizi Tecavüzcü Coçkun gibi hissediyorsunuz. Böyle tacizler olunca biz iyice kırıldık. Ankara dışına görevlendirmeler başladı, binaya girişimiz yasaklandı. Mahkemelere gittik, haklı olduğumuz ortaya çıktı, sözleşmeleri Basın yayın Enformasyon kabul etmedi, değiştirmek zorunda kaldılar. Biz de onlara nasıl değiştirmeleri gerektiğini anlattık. Onlar “Biz patronuz değiştirmeyeceğiz, her şeyi yaparız” falan dediler ama yapamadılar. Sonuç olarak söylediğimiz her şeye geldiler ama kurum olarak Sabah ve ATV büyük yara aldı. Basın Yayın Enformasyon’da ilk kez verdikleri beyannameler geri çevrildi.

 

TURKTİME: Kuruma hem maddi hem manevi bu yaraları açan olayın iki kahramanları hala aynı kurumda. Birisi Sabah’ın Genel Yayın Yönetmeni, diğeri köşe yazarı. Bu nasıl bir neden sonuç ilişkisi?

SEDAT BOZKURT: Manukyan da vergi rekortmeniydi. Sıfatlar insanlara bir şey kazandırmıyor.

 

TURKTİME: Kurum nasıl böyle ters bir mantık güdebilip bu yaraları açan insanları ödüllendirebiliyor?

SEDAT BOZKURT: Türkiye ölçeğinde baktığımız zaman zaten hep belli alanlarda başarılı olan insanların ekarte edildiğini, başarısız olanların bir yerlere geldiğini görüyoruz.  Bundan basını soyutlamak mümkün değil. Medyanın sermaye yapısına baktığınızda ve sermaye neden medyaya sahip olmak istiyor sorusunu sorduğunuzda aldığınız yanıta baktığınız zaman bunlar daha tercih edilebilir gibi geliyor.

 

 

“ATV’NİN ANKARA TEMSİLCİLİĞİNİ KABUL ETMEDİM…”

 

 

TURKTİME: O dönem haksızlığa uğrayan 14 gazeteci var ve hepsi belli noktalarda olan gazeteciler. Neden bu 14 gazeteci örgütlenip bir şekilde Sarıkaya’yı altetemedi, yada sorunu birinci elden patrona iletmedi? Çünkü daha sonra patronun olayın bu boyuta geldiğinden haberi olmadığını söylediği ve bu kadar büyümesinin Ankara’daki yöneticilerin işgüzarlığından kaynaklandığı, kendisi bilseydi böyle olmayacağı yönünde ifadeleri olmuş…

SEDAT BOZKURT: Ben ona katılmıyorum. Bu, Muharrem Sarıkaya’nın tek başına yapacağı bir iş değildir. Nereden bakarsanız bakın, Sarıkaya Ankara’da gazetecilik yapan birisiydi ve yukarıdan talimat gelmeseydi bu derece olabileceğine ihtimal vermiyorum. Bunun patrondan bağımsız olduğunu söylemek çok abartılı bir iyimserlik olur. Şöyle yanıltıcı bilgiler vermiş olabilir; bizimle yaptığı görüşmeleri oraya aktarırken yanıltıcı bilgiler aktarmıştır. Çünkü birkaçına biz de tanıklık yaptık. O dönemde patronun devreye girip de bizimle ilişki kurması lazımdı, bizim ona ulaşma şansımız da olmazdı, şık da olmazdı.

 

TURKTİME: İdeolojik duruşunuz belli, örgütlenme gibi kavramlar yabancınız değil. Neden bir araya gelip birlikte mücadele etmediniz?

SEDAT BOZKURT: Biz o süreçte birbirimizi etkilememek için bir araya bile gelmedik.  Çünkü insanlara inançlarınızla ekmeğiniz arasında bir tercihte bulunun demek çok zor bir şey.

 

TURKTİME: Yaptığınız doğru muydu?

SEDAT BOZKURT: Doğru değildi ama mecburduk. İnsanları ekmekle demokrasi arasında zorlamayın diye bir lafı vardı Demirel’in. Bu da onun gibi bir şey.

 

TURKTİME: O süreçte size İstanbul’dan önemli görevler teklif edilmiş. Doğru mu bu?

SEDAT BOZKURT: Evet.

 

TURKTİME: Ne teklif ettiler?

SEDAT BOZKURT: Ankara temsilciliği teklif ettiler. Hem de Erhan’ın yanında. Konuşalım diye çağırmışlardı, birlikte gitmiştik.

 

TURKTİME: Sizin cevabınız ne oldu?

SEDAT BOZKURT: Yanlış zamanda, yanlış yerde, yanlış insana yanlış teklif olduğunu söyledim ve önünü kestim.

 

TURKTİME: Şamil Tayyar “Muharrem Sarıkaya ile ilgili bir kitap yazıp 1000 adet bastıracağım, 550’sini milletvekillerine, geri kalanını da askeri ve sivil bürokratlara dağıtacağım ki gazeteci olarak muhatap aldıkları kişi nasıl biri tanısınlar” diyor. Biliyoruz ki Sarıkaya’nın gazeteci olarak itibar görmesinden siz de rahatsızsınız. Sizin de böyle bir deşifre projeniz var mı?

SEDAT BOZKURT: Şamil’in kitabından alırım. Katkı sağlarım tabii. Ama insanlarla ilgili kitap yazmak onore edici bir davranıştır. Onun için insanları aşağılamak için kitap yazmak çelişki gibi. Ama anlatmak lazım. Mesela şimdi ben Turktime’a anlatıyorum, Şamil Turktime’a anlattı. Sağda solda sordukları, parlamentoda milletvekilleri ile konuşurken Sarıkaya giriyor içeri. Onlara anlatıyorum. Aslında bizim anlatmamıza gerek yok. O kendi durumunu anlatıyor zaten. Oraya gittiği zaman yalnız bir adamı oynuyor. Sarıkaya’nın mutlu olduğuna kimse ikna edemez beni. Parlamentoya gidince görüyorum gözümle, gördüğü muameleyi de biliyorum.

 

TURKTİME: Karşılaştığınız zaman selamlaşıyor musunuz?

SEDAT BOZKURT: Bu olaylardan sonra ben Birgün’deyken bana geldi merhaba dedi, ben “Sen merhabası alınacak adam mısın?” dedim. O zaman temsilcilikten yeni alınmıştı. “Bakın” dedim, “makamın, mevkin, paran, her şeyin olur ama bir gün merhabanı alacak adam bulamazsın.” Bozuldu ve çekti gitti. O gün bu gündür merhabasını da almam merhaba da vermem. Küfür de etmem. Benim küfrüm de kıymetlidir sonuç itibariyle. Kendi çapında geziyor, böyle bir yafta ile dolaşıyor. Allah kimseyi düşürmesin.

 

 

“FOX’TA MUHASEBE AMERİKAN İŞLEYİŞ TÜRK USULÜ”

 

 

TURKTİME: O zamanki tecrübeleriniz şimdi temsilci olarak personele karşı davranışlarınız nasıl etkiliyor? Daha hassas davranabiliyor musunuz?

SEDAT BOZKURT: Ben 15 yıl önce neysem şimdi de oyum. Şöyle bir avantajım var. Ben Muharrem Sarıkaya değilim. Öyle bir şey olmasına olanak tanımam. Birlikte çalışmak istemeyeceğimiz insanlar olabilir. Patronun da tasarrufları olabilir. Bunların hepsi yaşanılır ama hepsinin de bir delikanlı tarafının olması lazım. Onu görmek için bu deneyimi yaşamaya gerek yok. Ben esnaf çocuğuyum ve hayatım çalışanlarla birlikte geçti.  

 

TURKTİME: FOX’un sahibinin yabancı olması kurumsal işleyişte çalışanlar  açısından bir fark yaratıyor mu? Yoksa patron yabancı olsa da işler Türk işi mi yürüyor?

SEDAT BOZKURT: İkisinin arası bir şey. Muhasebe kayıtları ile, personelin özlük hakları ile ilgili konularda Amerikan modeli hakim. Herkesin sigortası aldığı maaş üzerinden yatıyor, fazla mesaileri yatıyor, SSK’ya, vergi dairesine, insanlara 1 lira borcu yok. Ama işleyiş konusunda sonuçta burası Türkiye. Ama gene de işleyiş de makul seviyede. 

 

TURKTİME: Mutlaka okuduğunuz yazarlar kimler?

SEDAT BOZKURT: Ankara Temsilcilerinin ne yazdıklarına bakıyorum, ilgimi çeken bir konu varsa yazının devamını okurum. Ertuğrul Özkök, Bekir Coşkun ve Fehmi Koru’yu mutlaka okurum. Ama artık şöyle bir moda geldik; Gazete okumadığınız zaman bir eksiklik hissetmiyorsunuz. Bu aslında kötü bir şey bir gazeteci için. Ama zaman buldukça ilgilimi çeken konuları okuyorum. Okuyamadığım ama ilgimi çeken yazıları da keserek ilk fırsatta bir yerlerde okuyorum. Yani hala gazete kupürü kesen insanlar var piyasada. 

 

TURKTİME: Sizce Ankara’nın nabzını en iyi kim tutuyor?

SEDAT BOZKURT: Ben… Ak Parti’nin alacağı oy oranını aşağı yukarı biliyordum ama arkadaşlarımın bir kısmı muhalif insanlardan oluştuğu için tepki gösterince yüzde 42’lere falan çekiyordum… Korkunun ötesinde yaşadığımız süre içerisinde yüzde 46 almış bir parti yok. Sağa sola gidiyorsunuz Ak Parti’ye bir sürü tepki var, artı olarak DTP’liler bağımsız giriyor. Önceden aldıkları 34’tü şimdi nasıl 44 alsınlar deniyordu. Matematiksel hesap yapma noktasında sıkıntı çekiyorsunuz. Ama öte yandan da insanlar çok tepkililer. Tepkiler sadece iktidara karşı değil. 2001 krizi travmasını hala atlatamamışlar. Bunları da eklediğiniz zaman bunun da bir yansımasının olması gerekiyor. Mesela bu Ankara’nın nabzına tekabül eden bir şeydir. Sonra geliyorsunuz, hükümet kurulacak Erdoğan mı cumhurbaşkanı olacak Abdullah Gül mü? O zaman New Anatolian’da yazıyordum, ilk ben ne Arınç ne Erdoğan, cumhurbaşkanı Gül olacak diye yazdım arkadaşlarım benimle dalga geçtiler. Benden üç ay sonra İsmail de yazdı. Birgün’deyken yükselen milliyetçiliği yazdım. Bu ülkeyi Kürtler değil Kürtlere kızan Türkler bölecek dedim. Birçok yerde farklı nedenlerle kavga çıkıyor ama hep kavga edenler Kürt ve Türk. Bu yazı Bahçeli’nin çok ilgisini çekmişti ve bu yazı üzerine solcu bir gazetenin yazarı olmama rağmen benimle görüşmek istemişti ve görüşmüştük. Herhalde nabız dediğiniz budur. Tabii bunları yazarken vahiy inmiyor. Nabız tutmak demek haberin olduğu yerde en çok bulunmak denmektir. Meclis’e gittiğiniz zaman beğensek de beğenmesek de her zaman Muharrem Sarıkaya orada. Murat Yetkin, İsmail, yani Ankara temsilcilerinin hepsi oralarda. Bir tek Enis çok seyrek geliyor. Enis de biraz daha farklı, üst bir moddan gazetecilik yapıyor. Yani oralarda en çok dolaşan insanlar en iyi nabız tutan insanlardır.  

 

TURKTİME: Ak parti yeni dönemde bazı solcuları bünyesine kattı ve siz de geçmişten o solcularla hayli yakındınız. Gözleminiz nedir? Mutlular mı Ak Parti’de?

 

SEDAT BOZKURT: Hasan Hüseyin’in bir dizesi vardır:Mutluluğu hiç tatmadım ama tanıyorum yokluğundan. AK Parti’de mutlu olup olmadıklarını bilmem ama bundan önceki partilerinde mutsuz olduklarını biliyorum. Ama burada önceye göre daha mutlular. Ama kendilerini çok yakından tanıdığım için şunu söyleyebilirim; kendilerine benzeyen siyasetçilerin arasında daha mutlu olurlardı. Bu günün CHP’sinde olmak onları mutsuz kılardı. Ama bu günün Ak Parti’sinde olmak daha az mutsuz kılar.

 

TURKTİME: Peki bu solcular Ak Parti için ne anlam taşıyor? Mesela çok yakın olduğunuz Ertuğrul Günay…

SEDAT BOZKURT: Ertuğrul Günay çok anlamlı oldu Ak Parti için. CHP’nin içindeki İlhan Kesici değil Ertuğrul Günay. Kendisini çok iyi ifade edebiliyor. Artı olarak Ertuğrul Günay’ın oraya gitmesi Ak Parti’yi bir anlamda meşrulaştırmıştır. Korkuların, kaygıların bir kısmının ortadan kalmasına ciddi ölçüde yardımcı olmuştur.

 

RÖPORTAJIN BİRİNCİ BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYIN... 

 

NOT: Ankaralı olmayan okurlara kısa bir bilgi: ÇİNÇİN: Ankara’nın hem eğitim hem de gelir seviyesi olarak en alt grubu… GOP: Alttaki uç Çinçin ise üstteki ucu GOP olarak düşünebilirsiniz. KIZILAY: Çinçin’den GOP’a giden gelir ve yaşam düzeyi yolunun ortası olarak alın.

 

  

TURKTİME: Fox TV, nazar boncuğu, Türk kahvesi, simit gibi Türk motifleriyle imajını anlattığı reklamlarla izleyicinin ‘hayatına, kadın dünyasına, çocuk dünyasına kısaca TV keyfine fox’lanacağı” mesajını  vermişti.  Peki yayına girdiği günden bu yana Fox TV bunu ne ölçüde gerçekleştirdi?

SEDAT BOZKURT: Türkiye’de izleyici profilini ayırt etme yada bunları parantez içine toplama noktasında temel bir sıkıntı var. Mesela Ankara’yı tanımlarken Ankara’nın gelir dağılımına yada tüketim verilerine göre üç tane ayrı ülke olduğunu söylerler. Ama Çinçin’deki insanlarla GOP’taki insanların müzik tercihlerinde fark yok. İkisi de İbrahim Tatlıses dinliyor. Belki bu yüzden bunların ikisine de birden yayın yapmakta zorluk çekebilirsiniz. Yapacağınız yayında alacağınız reklam, Çinçin’de oturan insana hitap etmeyebilir ama GOP’taki insana hitap ediyordur. O halde ikisine de ayrı yayın yapıp reklam alayım deme şansınız yok. Dolayısıyla Fox, kendi çapında bu işin şampiyonu olacağım demiyor ama küme düşmeyeceğim diyor ve orada da kaldı. 

 

TURKTİME: Fox sıfırdan kurulmadı. Devraldığı belli bir TGRT kitlesi vardı. TRGRT’den Fox’a geçişte meydana gelen yayın politikası değişikliği o kitleyi kaybettirdi mi?

SEDAT BOZKURT: Evet, bu süreçte Çinçin’i kaybetti. Yani o muhafazakar kitleyi kaybetmiş gibi görünüyor. O muhafazakar kitlesini muhafaza ederek, hatta onları da liberalleştirerek izleyici kitlesini çoğaltabilirdi. Ama yapmadı. Muhtemelen bu, temel bir stratejik tercihtir. O anlamda belki stratejik hatalar da yapıldı. Ama bunlar deneme yanılma yöntemi ile bulunur. Sonuçta Fox’un arkasındaki medya kuruluşu dünyanın en büyük medya kuruluşu. Bu işleri bilmediğini hiç kimse söyleyemez. 

 

TURKTİME: Çinçin’i kaybederken GOP’tan kazanabildi mi Fox?

SEDAT BOZKURT: Henüz Kızılay’dalar. Yani henüz ortada. Çünkü kategorize edemiyorsunuz ve böyle olunca reklam veren de ratinglere göre değerlendiriyor. Bazen bakıyoruz AB’de iyiyiz, bazen toplamda. Geçenlerde bizim magazin programımız hem AB’de hem toplamda birinci oldu. Bakıyorsunuz mankenlerin dünyasını anlatan bir program birinci oluyor. Dolayısıyla bunları bilimsel tahlillerle, sosyolojik olarak izleyiciler üzerinde yapılan denek çalışmalarıyla anlamak mümkün değil.

 

TURKTİME: İzleyici profilinin net olmaması gibi Fox’un yayın politikası da net değil. Hep böyle karışık bir görüntü mü olacak yoksa henüz netleştirilemediği için mi böyle?

SEDAT BOZKURT: Bizim yöneticimiz Amerikalı ve Türkiye’yi çok tanımıyor. 20 kişiyle görüştüyse muhtemelen 20 farklı Türkiye portresi çizmiştir. Hangi birini tercih etsin? O yüzden biraz deneme-yanılma yöntemi ile gidiyoruz.

 

TURKTİME: Düzgün bir Türkiye portresi çizemeyen ve bunun sonunda Çinçin’i kaybedip GOP’u yakalayamayan yöneticilerin başlangıçta bir yol kazası yaptıkları açık. Bu hatayı yapanların Fox'la ilgili orta ve uzun vadede sağlıklı bir yol haritası hazırlayabileceğine inanmak zor değil mi?

SEDAT BOZKURT: Doğru bir yol haritası mutlaka çizilecektir. Fox, milyonlarca dolar yatırdığı bir yerde intihar etmez. Bu yanlış da çok bilinçli bir yanlış değil, muhtemelen hesap kitap hatasıdır. Baktığınızda, TV kanallarının büyük çoğunluğunda bu hatalar var. Bugün başladıkları diziyi üç gün sonra bırakıyorlar. Önemli olan kumanda yerinizin belli olması. İnsanlar ilk ATV’ye, Show’a, KanalD’ye, Star’a bakıyorlar. Ondan sonra diğer kanallara bakıyorlar. Kaldı ki Türkiye’de 20 milyona yakın uydu alıcısı var. Rakibiniz çok, 100’e yakın Türkçe yayın yapan kanalla yarışmak zorundasınız. Onun için o kanalların dışında sizi tercih edecek bir şey ortaya koymanız lazım. Sizi tercih etmesi sadece sizinle sınırlı değil, başka kanallarda da bir şeyler tercih ediyorlar. Böylesi bir rekabet ortamında Fox da kendine ait bir yer bulacak ve zaten onu arıyor. 

 

 

 

“SOLCU FALAN AMA İYİ GAZETECİ!”

 

 

TURKTİME: Sizin Fox maceranız nasıl başladı? Neden Fox ve Fox için neden siz?

SEDAT BOZKURT: Bu soruyu Amerikalı da sordu… Birlikte çalışma önerisini ilk bana Doğan Şentürk yaptı. Ben de çalışırım dedim. Fox’ta çalışmak isteyen insan sayısı az değildi. Genel müdürle görüştüler, ben de gittim görüştüm. Gerekli mekanizmalarını işlettiler. Murdoch’ın önünde benim İngilizce CV’min olduğunu biliyorum. Önce kendi aralarında değerlendirdiler, sonra Türkiye içinde Ankara’ya temsilci yapacak insanla ilgili “Bu adam Ankara’da neye tekabül eder” diye soruşturdular ve sonuç itibariyle beni tercih ettiler. Amerikalı, gıyabımda şunu demiş; “4-5 kişiyle görüştüm ama bu, solcu falan ama iyi bir gazeteci. Sonuçta buraya habercilik yapmaya geldik. Başka bir yeteneğimiz yok.

 

TURKTİME: Siz Ankara’da neye tekabül ediyorsunuz?

SEDAT BOZKURT: İyi gazeteci, iyi yönetici, iyi insan olup iyi bir iş sahibi olmaya adayım. Yani bununla da olabiliyor denmesine adayım. Mesleki geçmişim konusunda titizim. Daha önce makamlarla, mevkilerle kendimi test ettim. Meslektaşlarım arasında farklı bir yerim olduğunu da hissediyorum. Bana sürekli hissettiriyorlar. Birlikte çalıştığım insanlar o kurumdan ayrıldıktan sonra bana olan hislerini devam ettiriyorlar. Siyasal çevrelerde en sağdan en sola güvene dayalı bir habercilik ilişkisi olan biriyim.

 

TURKTİME: Solcu bir gazeteci olarak Ak Parti ile ilişkileriniz nasıl?

SEDAT BOZKURT: Çok iyidir. Mesela Abdullah Gül evime gelirdi. Bu, 1991 yılında başlayan gazeteci-haber kaynağı ilişkisiydi ve daha sonra farklı bir boyuta geçti. Ertuğrul Günay ile ilişkilerim çok iyi ve daha eskidir. Bunları söylerken yandaş gazetecilik yaptığım gibi bir sonuç ortaya çıkmasın. Gazeteciliğin muhalif bir iş olduğunu iyi bilirim, en muhalif gazetenin temsilciğini yaptım. Buna rağmen her kesimle ilişkilerimi sağlam bir şekilde muhafaza ettim. 

 

 

 

“METEHAN DEMİR’İN AÇIKLAMALARI VE GENELKURMAYIN SERT YALANLAMASI KURGU MUYDU?”

 

 

TURKTİME: Ankara’da temsil noktalarında bulunan gazetecilerin her biri belli noktalara yakın. Mesela Metehan Demir asker kanadından iyi haber alıyor, Mustafa Balbay CHP’den vb. Sizin özellikle ağırlıklı olarak tuttuğunuz nabız var mı?

SEDAT BOZKURT: Yok… Bu piyasada bunların hepsi bir şeye tekabül ediyor. Mesela Metehan Demir’in açıklamaları ile ilgili Genelkurmay’dan bir yalanlama geldi. Yalanlama ile de ilgili olarak  bir kurgudan söz ediliyor; böyle bir haber gerekiyordu ki Genelkurmay’dan “Siyasetçilerle bizim anlaşmamız söz konusu değil” diye sert bir açıklama gelsin. Yani Her şey kurgu gibi algılanıyor ve bedeli olduğu varsayılıyor. Bu, genellikle gazetedeki temsilciler için geçerli. Televizyondaki temsilciler çok fazla haberle haşır neşir değiller. Askerle ilişkim yok. Ben onlardan bilgi alamam onlar da bana bilgi vermez, dolaylı olarak o bilgilere ulaşırım. Partilerle ilişkilerim var. Bir partinin basına kapalı yapılmış grup toplantınsın perde arkasını gazetecilik yeteneklerimle alırım. Devlet dairesinde alınan bir karara, ulaşmakta zorluk çekmem. Sonuçta bunların altına imza atacak insanlar siyasi kimlikli insanlar, benimle paylaşmasalar bile paylaşacakları insanlar vardır, ben de onlara ulaşırım. Ama şuraya yakındır, buradan iyi bilgi alır gibi özel bir yeteneğim yok.

 

TURKTİME: Ama Ankara temsilcilerinin yada gazetecilerinin böyle bir angajman içinde olduklarını biliyoruz. Gerek gazetecilerin kendilerine böyle bir misyon yüklemeleri gerekse kendileri dışında böyle bir misyonla anılmaları neden kaynaklanıyor ve bu bir sorun mudur?

SEDAT BOZKURT: Genelde de bu böyledir. Mesela Beyaz Saray’dan en iyi bilgi alan gazeteciler vardır. Başka yerlerde de bu sıfatlarla anılan insanlar vara ama bu tür bilgiye sahip oldukları zaman arkasından bir şey arıyoruz. Çünkü gazetecilik de bilgi alışı ama karşılığında bir şey verişi gibi algılanıyor. Belki çok yalın bir şekilde de bu bilgiler alınıyor olabilir. Bazı makamlara yada köşeye sahipseniz bazı bilgiler size kendiliğinden de gelebilir.

 

TURKTİME: Askere bu kadar yakın olan ve o dengeleri çok iyi bilen Metehan Demir’in bir gün sonra sert bir şekilde yalanlanacak bir açıklama yapması kafalardaki acaba kurgu mu sorularını haklı olarak artırıyor. Bu teoriye sizin kişisel yorumunuz nedir? Gerçekten de Demir’in de içinde olduğu böyle bir kurgu olduğunu düşünüyor musunuz?

SEDAT BOZKURT: Pek ihtimal vermiyorum. Metehan Demir’in şöyle bir avantajı var; askeri okul kökenli. Dönem arkadaşları şimdi iyi bir yerlerde komutandır. Dolayısıyla oralardan bilgi almakta zorluk çekmez. Bugün (dün) Ertuğrul Özkök bir anlamda Metehan’ın söylediklerini teyit etti. Özkök, Genelkurmay Başkanı ile yaptığı görüşmeden sonraki izlenimlerini anlatıyor, Metehan da sanki Genelkurmay Başkanı ile görüşmüş gibi. Demek ki benzer şeyler dinlemiş Genelkurmay Başkanı’ndan. Şimdi ortada böyle bir tablo var, diğer tarafta yalanlama var, başka bir tarafta bu işin kurgu olabileceğini söyleyen iddialar var. Bunun içinden çıkmak çok kolay değil.

 

 

 

“GENELKURMAY, DEMİR’İN HAKİM EDAYLA KONUŞMASINDAN ÇOK RAHATSIZ…”

 

TURKTİME: Genelkurmay yalanlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

SEDAT BOZKURT: Sert bir yalanlama. Metehan’ın tavrı şuydu; çok hakim edasıyla bir beyanda bulunuyor. Genelkurmay bundan çok rahatsız oluyor. Genelkurmay, kendi içinden çıkan generallere bile tepki gösteriyor. Dolayısıyla birilerinin kendisi adına bir şeyleri dile getiriyor olmasından çok rahatsızlar. En son Büyükanıt’ın Çankaya’daki konuşmasında ben de yanındaydım. Çok neşeliydi ancak kendisinden önceki ve kendisinden sonra gelecek genelkurmay başkanları ile soru geldiği zaman ciddileşti. Demek ki burada bir hassasiyet var. Kendi adlarına bir şey yapılmasına, hüküm kurulmasına, görüş bildirilmesine ciddi bir şekilde çok rahatsızlar.

 

TURKTİME: Temsilci olduktan sonra kişisel üretme kayboluyor, kadro öne çıkıyor. Bir yazı adamının Ankara temsilcisi olması biraz sıkıcı değil mi? Temsilcilik, yazar olarak sizi nasıl etkiledi?

SEDAT BOZKURT: Ben yine zaman zaman yazıyorum. Kalemimi iki türlü kullanmayı seviyorum. Birincisi; güncel olaylardan yola çıkarak analitik bakış açımla siyasi tahliller yazıyorum. İkincisi de öykü gibi, biraz daha hayata ilişkin yazmak istiyorum. Öykü işine biraz ara verdim gibi geliyor ama yazmak için de içim kaynıyor. Yazı işi böyle bir şeydir, siz niyet etmeseniz bile irade kendini ortaya koyar ve yazdırır size. Ondan kaçış yok. Televizyon yazan insanı tatmin eden bir aygıt değil.

 

TURKTİME: Bir yerde yazmak gibi bir durumunuz var mı?

SEDAT BOZKURT: Evet?

 

TURKTİME: Neresi?

SEDAT BOZKURT: Daha net değil. El sıkıştıktan sonra söylemek doğru olur.

 

  Haberin Videosu

YORUM EKLE

Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır

YORUMLAR

 hadi be
 17 Şubat 2008 Pazar 
Ergun Gül kntenjanından gazeteci,,E ya Bozkurt,, O da Gül"ün adamı ?,,İnsanda yüz olacak ya..
 
 24 Ağustos 2007 Cuma 
Babahan'ın Akp ile ilgili talimatlarını da açıklamalıydınız sayın Bozkurt. Bugünkü yandaşlarının dün ne yaptığını öğrenmeliydi herkes. keşke daha açık konuşsaydınız
 gazeteci
 24 Ağustos 2007 Cuma 
sıfatlar insana bir şey kazandırmıyor, belki insani olarak ama o sıfatlar yüzünden Sarıkaya da Babahan da el üstünd tutuluyor siyasetçiler tarafından. Sırf gazetede köşeleri var, iki satır haberimizi yapsınlar diye saygıda kusur etmiyorlar. yazacaksanız yazın şu kitabı da sıfatlarına rağmen itibar görmedikleri zaman gelsin artık. Bir gazeteci olarak utanıyorum artık
 ???
 24 Ağustos 2007 Cuma 
patronsuz gazeteden dünya çapındaki patronun televizyonuna. tuhaf bir yön değiştirme. hazmı kolay olmasa gerek
 Turgut
 24 Ağustos 2007 Cuma 
Sarıkaya Sabah'a Turgut Yılmaz'ın ricası üzerine temsilci oldu. Sonra da Mehmet Ağar'ın ricasıyla kaldı. Şimdi biri eski başbakanın kardeşi diğeri eski genel başkan. Bakalım bu kez kime rica ettirecek...
 erhan
 24 Ağustos 2007 Cuma 
Bırakın bu Sarıkaya'yı. Bakmayın siz köşesinin olmasına. Adam ettiklerinin karşılığını fazlasıyla çekiyor. Ara sıra aynaya bakabiliyorsa, o zaman daha da kötüdür durumu. Vicdan diye bir şey var. Onu vicdanı ile başbaşa bırakın ve artık konu etmeyin, değmez.
 
 24 Ağustos 2007 Cuma 
BİRGÜN projesi belki beklenen sonuçları vermemiştir ama Birgün bu ülkenin iftihar kaynağı olmuştur.
 
 24 Ağustos 2007 Cuma 
Ya akıl alır gibi değil. Ankara temsilcisinin yanında Ankara temsilciliği teklif ediyorlar ve o anda ankara temsilcisi çekip gitmiyor. bu nasıl iş?
 Bülent Şahin
 24 Ağustos 2007 Cuma 
gerçekten de Sarıkaya hakkındaki kitabı merak ediyorum. ne zaman çıkıyor acaba?
 bilgin
 24 Ağustos 2007 Cuma 
enteresan bir söyleşi olmuş. tebrikler

DİĞER RÖPORTAJLAR

Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
GÜNCEL SİYASET DÜNYA MEDYA MAGAZİN SPOR YAZARLAR RÖPORTAJLAR PORTRELER ANKARA KULİSİ FOTO GALERİ VİDEO GALERİ KÜLTÜR SAĞLIK EKONOMİ TEKNOLOJİ ANALİZ TEKZİP
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Copyright © 2024 Turktime