PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
II. ABDÜLHAMİD: MUTLAK İSTİBDADÇI, KIZIL SULTAN MI?
Adnan Küçük
YAZARLAR
2 Haziran 2022 Perşembe

II. ABDÜLHAMİD: MUTLAK İSTİBDADÇI, KIZIL SULTAN MI?

 

 

Geçenlerde İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Sultan II. Abdülhamid Han ile Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan arasında bir benzetme yaparak, Sultan II. Abdülhamid’in müstebid (istibdadçı, baskıcı, diktatör) bir padişah olduğunu söyledi. Bu beyanıyla Akşener, her ikisinin müşterek noktasının “İSTİBDAD” olduğunu belirtti.

Osmanlı Padişahlarının Tartışılan Yönleri

Osmanlı Devletinde takriben 600 yıllık dönemde 36 padişah görev yaptı.

Bunlardan çok karizmatik kişiliğe sahip olan padişahlar olduğu gibi, adı şanı pek fazla hatırlanmayan padişahlar da mevcuttur.

Bazı padişahlar, bazı münferid uygulamaları sebebiyle eleştiri konusu olmuş ise de, bütün saltanat dönemleri tartışmalara konu olmamıştır.

Mesela Cenab-ı Hakk’ın İstanbul’un fethini kendisine nasip ettiği, Fetih ile bir çağı kapatıp yeni bir çağı açan Fatih Sultan Mehmed Han, bu büyük muzafferiyeti yanında, kardeş katlini öngören kanunnameyi çıkarmış olması sebebi ile eleştirilere konu olmuştur.

Adı şanı çok bilinmeyen, fetihleri ya da daha başka belirgin icraatları görünür şekilde tanınmayan III. Mehmet (1595-1603), içlerinde kundakta olan çocukların da olduğu bazı kardeşlerini tahta çıktığı günün gecesi öldürttüğü için yoğun eleştiriler almıştır.

Ama bu eleştirilerde, onların saltanatının bütününü ihtiva edecek şekilde “KIZIL SULTAN”,MÜSTEBİD” (İSTİBDADCI) PADİŞAH” nitelemeleri yapılmamıştır.

Tüm Saltanat Hayatı Tartışılan Padişah: II. Abdülhamid

Osmanlı padişahları içinde tüm saltanat hayatı yoğun tartışmalara, eleştirilere konu olan, hatta Kızıl Sultan, mutlak mütebid olarak anılan tek padişah Sultan II. Abdülhamid’dir.

II. Abdülhamid, Osmanlı Devletinin yıkılış sürecinde en zor dönemde görev yapmıştır.

II. Abdülhamid, Emperyal ülkelerin Osmanlı Devletini yıkıp parçalamak için her türlü entrikaları çevirdiği, bu güçlerin içeride destekleyici ve yardım edicileri de bulduğu, 1789 Fransız İhtilali ile bütün dünyaya yayılan ayrılıkçı milliyetçi akımların da meydana getirdiği etkilemelere bağlı olarak çok hadiselerin yaşandığı dönemde, Osmanlı Devletini idare etti.

Kısaca, II. Abdülhamid Han, Batılı Leş Kargalarının, Osmanlıyı DAĞITMA MASASI kurdukları ve planlarını icra safhasına koydukları bir dönemde padişahlık görevini icra etti.

Yani Osmanlı Devleti ya Batılı Emperyal Güçler tarafından tarumar edilecek, bölünüp darmadağın edilecek ya da ne pahasına olursa olsun Devletin varlığı muhafaza edilecekti.

Biz bu döneme, Anayasa Hukuku lisanıyla “Olağanüstü Hal” şartları diyoruz.

Malum, Olağanüstü Hal şartlarında, olağan dönemlerdeki uygulamalar söz konusu olmaz. Olağan dönemlere kıyasla haklar değişen ölçülerde geriler, kısıtlamalar öne çıkar.

Bu, sadece Osmanlı Devletine mahsus değildir; demokratik memleketlerde de aynı durum söz konusudur.

II. Abdülhamid, Osmanlı Devletinin yıkılışını önlemek için, bazı kereler baskıcı uygulamalar yapmış, bazı kişiler mahkûm edilmiş, bazı muhalifler sürgüne gönderilmiştir.

Mecburi bir kısıtlama hali söz konusudur. Buna “mecburi istibdad” diyenler de var.

II. Abdülhamid Han, uygulamaları ile bu devleti yıkılmaksızın 33 yıl yönetti. O’nu istibdadla, müstebidlikle, diktatörlükle, tek adamlıkla suçlayıp makamından indirenlerin (İttihat ve Terakki) 10 yıllık iktidarı döneminde Osmanlı Devleti darman duman oldu.

II. Abdülhamid’in indirilmesi sonrasında yaşananlara şahit olanlardan bazıları, “âaaah âaah, Abdülhamid’in cesedi bile saltanatta kalsa idi, Osmanlı Devleti bu hallere gelmezdi” şeklinde yakınmak durumunda kaldılar. Bunların bir kısmı, ona müstebid diyenlerdendi.

Sultan Abdülhamid Han dönemindeki uygulamalarda elbette ki bazı hukuka aykırılıklar olmuştur, mağduriyetler yaşanmıştır. Osmanlı Devleti koca, devasa bir ülke. Bütün hadiseler, Sultan Abdülhamid Han’ın bilgisi ve inisiyatifi altında olmamıştır.

Fakat Sultan Abdülhamid Han’ın asıl hedefi, maksadı, keyfi bir şekilde, adaleti yok edercesine bir istibdad uygulamak değildi. O, Emperyal güçlerin, içeriden ve dışarıdan her türlü entrika ve yıkıcı eylemlerine, politikalarına mani olmak istemiştir.

Yıkılmakta olan bir ülkeyi kurtarma çabaları demek, sert bir çatışma ortamı demektir. Burada, dağdaki PKK ile ya da şehir içindeki terör eylemleri ile yapılan çatışmalardan çok daha zor bir çatışma ortamı söz konusu. Çünkü her ikisinde de çatışmada muhataplar bellidir ve ellerinde silahla devlete saldırıyorlar, devlet de onlara karşılık veriyor.

II. Abdülhamid dönemi, dağdaki PKK ya da şehirdeki terör eylemleri ile mücadele etmekten farklı olarak, günümüzdeki FETÖ ile mücadeleye benziyor. FETÖ ihanet örgütü mensupları, zahiren hukuk içinde gibi göründükleri için, devletin FETÖ’ye yönelik her bir operasyonu, birilerinin “istibdad, baskı, tek adam rejimi” şeklindeki saldırılarına sebep oluyor. 15 Temmuz sonrasında yaşanan hadiseler, bazı istisnaî mahiyetteki mağduriyetler bir yana bırakılacak olursa, bu ihanet örgütünün etkisizleştirilerek çökertilmesine yöneliktir.

Bazı çevreler, 3-5 mağduriyeti şişirerek, devletin FETÖ ile mücadelesini karalama çabasına girişiyorlar. Hatta bazı HADSİZLER o kadar ileri gidiyorlar ki, devletin ve hükümetin FETÖ’ye yönelik bütün faaliyetlerini, haksızlık ve hukuksuzluk olarak niteliyorlar.

Yani içlerinden “Aaaaaah keşke bu 15 Temmuz ihanet kalkışması başarılı olsaydı” diyecekleri geliyor, ama toplumun tepkisinden korktukları için bu sözü aleni olarak söyleyemiyorlar. Ama aslında dolaylı olarak söyledikleri bundan farklı değildir. Benzer tepkiler, PKK ve Gezi eylemleri ve bunlar hakkındaki yargılamalar için de söz konusudur.

II. Abdülhamid döneminde de, hukukî zeminde FETÖ ve Gezi eylemlerine yönelik uygulamalarda yaşanan zorluk ve eleştirilere konu olan uygulamaların benzeri söz konusudur.

Diğer yandan, Sultan Abdülhamid’in indirilmesi sonrasında, O’nu indirenler, Osmanlı Devletini yaklaşık 10 yıl süreyle sıkıyönetimle yönettiler. Ama Osmanlı devletinin yıkılışını engelleyemediler. Belki de, Sultan II. Abdülhamid Han’ın indirilmesini isteyenlerin, ona Kızıl Sultan diyenlerin (bazı basiretsiz, gereksiz yere hamiyet sergileyenler, tecrübesizler istisna tutulacak olursa) asıl amaçları, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıdır. Bunlar, İttihat ve Terakki döneminde Osmanlı Devletinin yıkılışından hiç muzdarip olmamışlardır.

Bir Kıyaslama.

II. Abdülhamid zamanında, Osmanlı Devleti yıkılma sürecinde idi ve padişah bütün motivasyonu ile bu yıkılışı önlemeye odaklandı. Bu dönemde, diğer bazı ülkelerdeki olağan üstü yönetim dönemlerinde yaşananlara benzer şekilde bazı hukuk dışı uygulamalar yaşandı.

Mukayese için ABD’de 1940’lı ve 1950’li yıllarda McChartizm döneminde yaşanan bazı uygulamalara değineceğim. Bu dönemde, cadı avı başlatılarak, Bakanlıklarda, yerel yönetimlerde, bilim, sanat ve basın hayatında şüphelilerin tespiti yoluna gidildi. Milyonlarca insana yemin ettirilerek “sadakat” ve “güvenilirliği” programları uygulandı. Worhis ve Smith Kanunlarının uygulanması sonucunda, ABD vatandaşlığına geçmeyen 3.600.000 kişi fişlendi, her biri için parmak izlerini de içeren tanıtma kartları çıkarıldı. Bu uygulamalardan yirmi milyon Amerikalı etkilendi, 12 yıllık uygulamadan sonra, çok az sayıda kişi, komünist oldukları için değil, bir şekilde komünistlerle ve komünist teşekküllerle ilgilendikleri ve sevgi besledikleri zannedilerek işlerinden atıldı. Bu süreçte Hükümetin uyguladığı “sadakat ve güvenlik programı” sonunda bir tek casus bile yakalanamadı. Bu dönemde, “soyut tehlike”, “tehlike ihtimali” gibi baskıcı uygulamaları meşrulaştıran ölçütler uygulandığı için, kişilerin düşüncelerini ifade etmelerinden ziyade, düşüncelerinin kendisi cezalandırıldı. Yüksek Mahkeme bazı kararlarıyla, Hükümete, Komünist Partisi ve taraftarlarının bastırılarak yok edilmeleri konusunda yeşil ışık yaktı. Bu uygulamalarda, hürriyetten ziyade devlet korundu, hürriyet-otorite dengesi baskın şekilde otorite lehine çevrildi.

ABD’de McChartizm döneminde, somut hiçbir belirti ve eylem olmadığı halde, hayali olarak ilan edilen düşmanla ilişkili olduğu iddia edilen herkes için hayat cehenneme çevrildi.

Ama medeni olduğu söylenen, ileri demokrasi iddiasında olan hiçbir kişi, bu dönem yöneticileri için, müstebid, tek adam rejimi, dikta yönetimi demedi. Sadece, bu döneme dair değerlendirmeler yapanlar, bu döneme ilişkin basit eleştirilerden öteye gitmediler.

Benzer şekilde, Türkiye’de tek parti yönetimi döneminde, halkın büyük ekseriyetine yönelik olarak gerçekleştirilen en aşırı baskıcı uygulamaları, “dönemin şartları gereği yapılmıştır” diyerek meşru görenler, Osmanlı Devletinin yıkılışı sürecinde yaşananları, sanki olağan bir dönem imiş gibi değerlendirerek II. Abdülhamid için “mutlak müstebid”, “Kızıl Sultan” yaftasını yapıştırmaktan imtina etmemişlerdir.

Benzer şekilde kıyasıya ve acımasızca yapılan eleştirilerin bir kısmı da 1950-1960 arası döneme yöneliktir. Merhum Adnan Menderes diktatör olarak nitelenmiştir. Oysaki tek parti döneminde, Menderes döneminde yaşananların yüz katı baskıcı uygulamalar meydana geldi. Hatta bu dönemde, bir tek muhalif sese bile izin verilmedi, çıkarılan en ufak muhalif sesler bile mutlak bir şekilde cezalandırıldı. Ama muhaliflerin rahatlıkla seslerini yükselttiği Menderes dönemi uygulamalarını diktatörlükle suçlayanlar, tek parti uygulamalarını, dönemin şartları gerekçesi ile meşrulaştırmışlar, basit hatalar mesabesinde değerlendirmişlerdir.

Nihai Değerlendirme

Yapılan hiçbir haksızlık ve hukuksuzluk, hukuk ve adalet ölçütünde meşru görülemez. Hele ki bir hukukçu olarak, bir hukuksuzluğu meşru görebilmem mümkün değildir.

Ama bir kişi ya da hükümetin icraatları, hem dönemin olağanüstülük şartları, hem de yaşananlar ve neticeler, bütünlük içinde değerlendirilmelidir. Sadece birkaç hadise öne çıkarılarak bütün neticelerin üzerini kara bulutlarla örtmek insafsızlık olur.

Bazı kişi ya da devletlerin uyguladıkları baskıcı politikaları olağanüstü şartların gereği diyerek meşru görmek, çok daha vahim şartlarda uygulanan bazı politikaları da istibdad, diktatörlük, zulüm olarak nitelemek tutarsızlıktır, hatta bazı kişiler yönünden art niyetliliktir.

Özet olarak ifade etmek gerekirse. II. Abdülhamid hakkında yapılan mutlak müstebid ya da Kızıl Sultan nitelemelerini büyük haksızlık ve bühtan olarak kabul ediyorum.

Bu dönemde yapılan bazı hukuksuzlukları, Osmanlı Devleti’nin yıkılışı sürecinde yaşanan olağanüstü şartların, arzu edilmeyen neticeleri olarak değerlendiriyorum.

Bu politikalar neticesinde Osmanlı Devletinin parçalanmaksızın, yıkılmaksızın 33 yıl süreyle yönetilmesini, Osmanlı Devleti hakkında büyük bir olumlu netice olarak görüyorum.

Gerek siyasette gerekse insani ilişkilerde, mutlak iyi ya da mutlak kötü yoktur. Mutlak iyinin aranması, imkânsızın talep edilmesidir. Amerika’dan Almanya’ya, Hindistan’dan bir başka ülkeye kadar, hiçbir ülkedeki politikalar ve yöneticiler mutlak iyi değildir. Günümüz dünyasında ileri demokrasi olarak bilinen Batılı ülkelerin insanlığa verdiği zararlar yanında, Sultan II. Abdülhamid Han’ın hatalarının pek cüz’i olduğu kanaatindeyim.

Amerika’nın Afganistan’da, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da doğrudan gerçekleştirdiği işgallerle öldürdükleri, ölümlerine sebep oldukları kişilerin sayısı milyonlarca. Bu ülknin, bir yandan demokrasi, insan hakları, hukuk devleti deyip, diğer yandan da insanlık suçu teşkil eden terör eylemleri yoluyla öldürdükleri insanların sayısı çok daha fazladır.

Sadece Amerika’nın dünya ölçeğinde gerçekleştirdiği katliamlarla, II. Abdülhamid’in hataları kıyaslandığında, II. Abdülhamid’inki, Amerika’nınkine kıyasla Devenin kuyruğunun ucu mesabesinde kalır. Amerika’ya diğer emperyal güçler de eklenmelidir.

Bütün bunlara rağmen, Batılı emperyal güçleri, yeryüzü melekleri, insani değerlerin baş koruyucusu, savunucusu, icracısı gösterip, II. Abdülhamid için mutlak müstebid, diktatör demek, bütün insanî ve ahlâkî değerlerin ters yüz edilmesidir.

Diğer yandan, II. Abdülhamid’in tasfiye ve mağdur ettikleri, toplumun belki de %1’i mesabesindedir. Oysa ülkemizde tek parti döneminde mağdur edilenlerin oranı toplumun çok büyük ekseriyetidir. Toplumun büyük ekseriyetinin sesini çıkaramaz hale getiren, muhalefetin tamamını susturan bir uygulamayı görmeyip, II. Abdülhamid için müstebid, diktatör, Kızıl Sultan denilmesi, beyazın siyah, siyahın da beyaz gösterilmesi kadar çelişik bir durumdur.

II. Abdülhamid’in, bazı hatalı ve kusurlu politikalarına rağmen, ülkemizdeki ve diğer ülkelerdeki bazı emsal uygulamalarla kıyaslandığında ve kendi yaptıkları bütünlük içinde değerlendirildiğinde, olumlu politikaları daha fazladır. Bu olumlu politikaları hazmetme sorunu olanların, II. Abdülhamid sonrasında yaşananları görmeksizin, bu Hakanı suçlamaları, mutlak müstebid demeleri manidardır. Bu yöndeki katı suçlamalar, II. Abdülhamid sonrası yıkılışı amaçlayanların ekmeğine yağ sürmek, onların habis duygularını paylaşmaktır.

Şayet, ülkesinin yok olmaması için çaba sarf eden II. Abdülhamid, Osmanlı sınırları içinde mutlak müstebid ve Kızıl Sultan ise, demokrasi olduğu söylenen ve bütün insani değerlere sahip olduğu ifade edilen başta Amerika olmak üzere bütün Batılı ülkeler, insanlık tarihinin en zalim, canavar, katil, işgalci müstebidleri, dünya ölçekli diktatörlükleridirler.

Ama maalesef, günümüzde, sosyal Darwinizm gereği, güçlü olanlar haklı görüldüğü, büyüklerin ve güçlülerin menfaatleri için feda edilemeyecek hiçbir insani değer olmadığı için, bunların küresel ve bölgesel ölçekli katliamlarını, insanlık harici politika ve uygulamalarını görmemek, medeniyetin gereği olarak görülüyor. Bu, zulmü kutsayan, haklılık için gücü ve güçlülüğü ölçüt olarak gören bir medeniyet olduğu için, adalet ölçeğinde makbuliyeti yoktur.

II. Abdülhamid hakkında yapılan aşırı kötüleyici nitelemeleri kabul etmiyorum. O, Osmanlının çöküşünü engellemek için elinden gelen her şeyi yapmıştır. II. Abdülhamid’in politikalarının terk edilmesi neticesinde Osmanlı Devletinin 10 yıl içinde yok olması, II. Abdülhamid’in politikalarının, bazı acıtıcı yönlerine rağmen haklılığını gösteriyor.

II. Abdülhamid için mutlak müstebid, Kızıl Sultan denilmesinin asıl sebebi, emperyal güçlerin Osmanlıyı yıkma projesine mani olmasıdır; ileri sürülen deliller tamamen abartıdır.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 ADNAN METİN
 4 Haziran 2022 Cumartesi 06:12
ÇOK DOĞRU MALESEF TARİHİMİZİ SAPTİRDİLAR AT İZİ İT İZİNE KARIŞTI YÜREĞİNİZE SAĞLIK SAYIN HOCAM BAŞARILARINIZIN DEVAMINI DİLİYORUZ. SELAMÜNALEYKÜM.
 ADNAN METİN
 4 Haziran 2022 Cumartesi 06:12
ÇOK DOĞRU MALESEF TARİHİMİZİ SAPTİRDİLAR AT İZİ İT İZİNE KARIŞTI YÜREĞİNİZE SAĞLIK SAYIN HOCAM BAŞARILARINIZIN DEVAMINI DİLİYORUZ. SELAMÜNALEYKÜM.
 Seydullah şahin
 3 Haziran 2022 Cuma 20:31
Hocam yüreginize saglik hişlerime tercüman oldunuz
 Abdullah
 3 Haziran 2022 Cuma 15:35
Tespitleriniz ve yorumlarınız için tebrik ve teşekkür ediyorum. Sultan Abdülhamid e saldirmalarının sebebini yazınızın son cumlesinde açıkça ifade etmişsiniz. Bugün de cumhurbaşkanımıza saldirmalarinin sebebi aynıdır. İstediklerini alsalar ondan iyisi olmazdı. Batılı nın böyle yapması normal de içerideki hainlerden kurtulmak lazım
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
GÜNCEL SİYASET DÜNYA MEDYA MAGAZİN SPOR YAZARLAR RÖPORTAJLAR PORTRELER ANKARA KULİSİ FOTO GALERİ VİDEO GALERİ KÜLTÜR SAĞLIK EKONOMİ TEKNOLOJİ ANALİZ TEKZİP
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Copyright © 2024 Turktime