Durun… Savaşa Değil, seçime giriyoruz.
Artık günler kaldı. Türkiye, kader seçimine adım adım gidiyor.
Gerçi Türkiye’deki bütün seçimler “bizi seçin” diyenler tarafından kader seçimi olarak etiketlenir.
Bu ilk değil.
Hiçbir seçim sıradan, demokrasilerin bir rutini olan süreç olarak lanse edilmez bu topraklarda. Ama bu kez bir ilk yaşanıyor. Hem de çok tehlikeli bir ilk.
İlk kez muhalif seçmende “İktidarı sandıkta yensek de vermeyecekler” algısı bu kadar görünür bir hal aldı.
Bu psikoloji, çok tehlikeli bir psikoloji. Ne yazık ki; bu psikoloji bir paranoyak muhalif davranışı olarak da belirmedi. İktidar ileri gelenlerinden gelen açıklamalar her geçen gün bu psikolojiyi besliyor.
Bu psikolojiyi besleyen açıklamalar tümüne bakıldığı zaman başka anlamlarda olsa da günün sonunda ortaya bu algının çıkmasını engellemiyor.
O yüzden; belki de son düzlüğe girerken iktidarıyla muhalefetiyle herkesin derin bir nefes alıp ne yaptıklarını, ülkeyi nereye sürüklediklerini, seçmen psikolojisini bu hale sokup bilerek ya da bilmeyerek neyi hazırladıklarını düşünmeleri gerek.
Öyle haller vardır ki; kazanmış görünseniz de aslında büyük kaybetmişsinizdir. Tersi de aynen geçerli.
Seçim gecesine ilişkin demokrasi dışı beklentilerden biri bile gerçekleşse kim kazansa ne olur? Seçim yapabilme yetisini kaybetmiş bir ülkeyi yönetseniz ne olur yönetmeseniz ne olur? Milli iradenin yansıdığı sandığı sakatlayan bir ülkede iktidar olsanız ne olur olmasanız ne olur?
O yüzden kazananı olmayacak, kaybedeni iktidarıyla muhalefetiyle tüm partilerin olacağı bu “savaş psikolojisi”nin terkedilmesi için bir an önce adım atılmalı, sorunlu ifadeler düzeltilmeli, zihinlere zerk edilen o zehir acilen temizlenmelidir.
Çünkü iktidarlar gelir iktidarlar gider. Ama kardeşliğimiz, tüm farklılıklara rağmen bir arada yaşayabilme becerimiz, elimizdeki en güçlü kart olan iç barış giderse, geriye bir şey kalmayacak.
Farkına varın. Düşmanla savaşa girmiyorsunuz, seçime giriyorsunuz. Hiçbirinizin koltuğu bu ülkeden daha kıymetli değil.