PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
DELİDOLU ZAMANLAR - 2
M. Kürşat Türker
YAZARLAR
8 Ağustos 2023 Salı

DELİDOLU ZAMANLAR - 2

Bilindiği üzere "Deli " nitelemesi, mesleki etikle ilişkilendirildiğinde tasvip görmeyen uygunsuz jargon olarak değerlendirilir. "Akıl ve ruh sağlığı bozukluğu" tanımlaması yoluyla üsluba uygun hale getirilir. İnsan evladının gelişim ve evrişim sürecinde, Deliler ile Dâhiler kategorisindekilerin toplumun aynasında durdukları yere göre yaşamsal öykülerinin farklı olduğu izlenmiştir. Adeta duyumsanamaz bir ince köprü üzerinde bir yana düşenler deli, diğer yana düşenler ise dahi olarak tarih sahnesinde ve anıtlar sergisinde yer edinmiştir. Mevzuyu seküler bakış perspektifinden çıkarırsak tasavvuf ve itikat bağlamında;

Deli ile Veli niteliği atfedilenler için de benzer çelişkiden bahsedilir. Hz. Ali kendisine Deli denmesinden mutmain olmuş ve sebebini soranlara ; "Bir kimseye Deli denmedikçe imanı tamamlanmış olmaz" şeklindeki Peygamberin sözünü delil getirmiştir. Nitekim;  kendisi için de meczup, cinli ya da sihirbaz denen kitap gönderilmiş elçiler dinler tarihinde de sabittir. Tarih boyunca büyük liderler, din alimleri, sanatçılar, bilim bireyleri ve toplum liderleri arasından çokça örnek neşretmek ve de kişiselleştirilmiş hikayeler yazmak yerine, yaşanmış olgular yoluyla izleksel yönteme devam edelim derim...; 

VAKA - 3: Psikiyatri hastanelerinden hasta kaçışı her zaman karşılaşılan bir durum olmakla birlikte ( Yerleşkemizde ayda 2-3 kaçma öyküsü olağandı ), genel olarak bir hastanın kaçmayı icra edebilmesini iyileşmenin bir basamağı olarak gören tedavi ekibi, bu bilgiyi haliyle hastalardan gizler. Bizim yerleşkemizin ise dağın eteklerinde ilçeye bağlı bir beldede olması ( Belde içeriği lojman, lokanta, berber, internet kafe gibi olanaklardan dahi yoksundur ) ve yoldan kaçmayı başaran bir hastanın belde merkezine tersi istikamette kaçmayı sürdürmesi ile karşılaşacağı köprünün sağından dere kenarı güzergahını takip ederse,  bugün Arap vilayetine dönüşen Uzungöl yolunu tutacağı, yolun solundaki dere güzergahını takip ederse ilçe merkezine varıp Jandarma veya polis tarafından enseleneceği bir macera mümkündür. Genellikle güvenlik ve temizlik personellerinin nöbet değişim saatleri ya da hasta yakını ziyaretleri esnasında kaçma olasılığı yüksek olmakla birlikte, yüksek duvarları atlamayı deneyip ortopedik vaka olan az sayıda hasta da tarihe geçmiştir. İşte yine nöbet değişim saatlerinden birinde akşam 18.00 civarlarında, erkek koğuşundan bir hastanın eksik olduğu bilgisi şahsıma iletildi... Şahsım olarak Jandarmayı bilgilendirip hastanın fiziksel özelliklerini tanımladım. Yerleşkemizde hastaların tek tip pijama veya eşofman giydirilmesi fikrine baştan beri karşı olmamı mizahi dille eleştirenler ; "Ya hocam, şimdi köyde ya da ilçede insanlar arasında hastayı nasıl ayırt edecekler" şeklinde söylemler bildirmiştir. Tabii olarak hastanın üçüncü ancak imkansıza yakın bir güzergâh izleyip, 60 derece eğimli ağaçlık dik araziden yayla yolunu tutacağı bizim için o sıralar ihtimal dışıdır. Geçen 2 saate yakın zaman zarfında aramalar sonuçsuz kalmışken birden hastanın koşarak hastaneye doğru geldiği görülmüş ve " Beni içeri alın " diye feryat figan ettiği haberi iletilmiştir. Güvenlik görevlileri tarafından, hastanın yayla yolunda ayı ile karşılaştığı ve ayının onu yola kadar kovaladığı tarafıma bildirilmiş ve ben de hastane olarak bir gece nöbeti hikayesinin "Hastaneden kaçan hasta ayı tarafından parçalandı" şeklinde trajikomik bir Karadeniz fıkrası ile neticelenmemesi ve uluslararası medyadan sakınılmasına açısından şükretmiştim...

VAKA - 4: Bir hekimin tıp hayatı boyunca görebileceği en sıra dışı tıbbi vakaların askerlik hayatında geçmesi açısından da sanırım özel bir yere sahibim. Daha hekimlik hayatımın ilk yıllarında yedek subay olarak Donanma ana üssünde bir dispanserde ayda iki kez acil nöbeti tutmaktaydım. Fantastik sayılabilecek vakıalarla dolu nöbetlerim bitmek üzere ve iki aylık teğmenken artık son nöbetimde kısa dönem askerler ve sıhhiyeciler bana jest mukabilinde bir gece planlamışlar ve hastaların nadir geldiği 02.00 dolaylarında beni dispanserin üst katındaki dişçi odasına çağırmıştılar. Pek de alkole aşina olmayan bünyem için meyve eşliğinde tekila ikram ettiler. Pansumanda kullanılması gereken bir sıvı izlenimini almama rağmen muhabbet eşliğinde alkol olayına iştirak ettim. Tabii yaptığımız şey suç olmasına rağmen veda gecesi hürmetine yoldan çıktım. Derken 20 dakika kadar geçmeden alt katta dispanser kapısında bir patırtının koptuğunu duyduk. Hemen sıhhiyecilerden birini vaziyeti kontrol için gönderirken ben de ayakta düz çizgiyi tutturmakta güçlük çektiğimi fark ettim ve merdivenin başında havadis beklemeye koyuldum. Sıhhiyeci koşarak üst kata geldi. Bir askerin elindeki G3 Piyade tüfeğini çenesine dayadığını ve kapının önünde bir rütbeli kalabalığının arkadan onu sakinleştirmeye uğraştığını söyledi. Artık mevcut mukadderatı kabul edip merdiven trabzanlarından destekle alt kata indim. İndiğim yer ile kapı arası neredeyse 50 metrelik bir koridor olup, ben de bir yandan tüfeği bana çevirirse kaçabileceğim sağlı sollu açık kapıları hızlıca gözlemledim. Laboratuvarın ilerisi hemşire odası, karşısı revir, ilerisi müdahale odası gibi açık kapıları gözden geçirdim. Derken, asker koridor boyunca bana doğru tüfek çenesine dayalı şekilde yürümeye başladı. O esnada elimizde hiçbir yatıştırıcı ilaç bulunmadığı gerçekliğinin de verdiği şevk ile aynı adım uzunluğunda ona doğru yürümeye başladım. Bu esnada; "Tanrı beni çağırıyor" şeklinde bağırarak biraz daha adım ritimlerini artırdı.

Kendimce, belki de alkolün cesaret verici etkisi eşliğinde onu sözel olarak kilitlemekten başka şansım olmadığını bilmekteydim. "Beni rahat bırakın Tanrı beni çağırıyor" şeklinde ikinci söyleminden sonra yürüyüş hızını düşürdü ama ben kendi seyrimde hızımı bozmadan ona doğru yaklaşıp Tabip odamın yanında durdum. 3 metre kala o da durdu ve tuhaf bir şekilde bana baktı. Bende " Seni çağırdığımı hatırlamıyorum " deyiverdim. O anda zaman ve mekân herkes için durdu. Bir es verildi intihar sahnesinde... Bu anlık donakalmadan yararlanıp yan tarafta odanın kapısını açtım ve sol elimle dipçiği hızlıca kaydırıp tüfeğine yapıştım. Şimdi içeri geç ve bu mevzuyu yalnız konuşalım derken sağ elimle kapı sonuna kadar açtım. Tüfeği bıraktı ve ben de tüfeği arkada bekleyen kalabalıktaki bir personele teslim ettim. Bizi yalnız bırakın deyip kapıyı kapattım. İçimde ise final gecemi mahvettiği için tanımlayamadığım bir öfke mevcuttu. "Bu kadar adamı peşine taktığına göre önemli bir mevzu seninkisi" deyip koltuğu işaret ettim. Biraz da çekimser bir şekilde otururken ben hemen olan biten şeyin ne anlama geldiğini sordum. Çözülme baş gösterdi ancak ben ayakta onu izliyordum. Mardinli bir Süryani olduğunu, birliğindeki askerlerin onu dışladığı, aşağıladığını ve ona eziyet etmeye uğraştıklarını söyledi. Bu esnada ben de masanın başına doktor koltuğuna oturdum... O zaman İncili bilirsin dedim. Mesela Matta incili 24. Ayeti bilirsin herhalde dedim. Başını iki yana salladı. "Benim adımdan dolayı bütün uluslar sizden nefret edecek, birçok kişi imandan sapacak" der Hz. İsa...

Peki Luka incilini bilir misin diye sordum... Daha da mahzunlaştığını görünce saldırdım birden ; "Eğer bir kente girdiğinizde sizi kabul etmezlerse, kentin caddelerine çıkıp deyin ki; kentinizden ayaklarımızın altında kalan tozu bile size karşı silkiyoruz" . Bir süre sessizlik sonrası merakla baktığını görünce ; "Sen ne biçim Hristiyan'sın...?" diyerek sesimi yükselttim. Daha kutsal kitabından haberdar değilsin... Mesela sen bana ayetler okusan kutsal kitabım hakkında ve ben bilmesem sen ne düşünürsün benim hakkımda derken ayağa fırladım. Artık tamamen büzülmüş ve mahcup halde iken masanın etrafını dolaştım ve ayağa kalkmasını söyledim. Sonra dirseğinden tutarak hafifçe yürümesini destekleyip aynı adım ritmiyle kapıya doğru yürüdük. Gayet mülayim vaziyette iken ben kapıyı açtım. Kapının ardında muhtemelen dinleyenler bir anda irkildi ve bir kalabalık önümüzde hayret içeren bakışlarla bakmaktaydı. O esnada bana " Komutanım bir sonraki nöbetiniz ne zaman, sizinle konuşmak isterim " dedi. Ben de ne garip bir tecelli ki son nöbetim sana denk geldi. Artık bundan sonra bir hoş geldin iğnesi eşliğinde sana ambulansta yardımcı olacaklar merak etme " dedim. Herkes dispanseri terk ettiğinde "Seni çağırdığımı hatırlamıyorum" sözünün efsaneye dönüşeceğinden bihaberdim...

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
GÜNCEL SİYASET DÜNYA MEDYA MAGAZİN SPOR YAZARLAR RÖPORTAJLAR PORTRELER ANKARA KULİSİ FOTO GALERİ VİDEO GALERİ KÜLTÜR SAĞLIK EKONOMİ TEKNOLOJİ ANALİZ TEKZİP
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Copyright © 2024 Turktime