PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
NATO’NUN KURULUŞ AMACI VE TERÖRİZMLE İMTİHANI (5)
Adnan Küçük
YAZARLAR
2 Ağustos 2022 Salı

NATO’NUN KURULUŞ AMACI VE TERÖRİZMLE İMTİHANI (5)

 

Türkiye’nin Vetoyu Çekmesinin Şartları

Amerika NATO’nun zayıflamasından ciddi manada rahatsız idi. Ukrayna Savaşıyla birlikte, NATO’nun hem güçlendirilmesi hem de genişlemesi ihtiyacı arttı. Bu ihtiyacın giderilmesi kapsamında İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelikleri gündeme geldi.

Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olmak isteğini veto edeceğini açıkladı.

Türkiye, vetoyu kaldırmanın ön-şartı olarak, bu iki ülkenin, PKK ve uzantıları ile FETÖ gibi terör örgütlerine destek vermekten vazgeçmeleri, Türkiye tarafından iadeleri talep edilen kendilerindeki teröristlerin (PKK’lı, FETÖ’cü vd.) Türkiye’ye iade edilmeleri, Türkiye’ye uyguladıkları silah ambargosunun kaldırılması, vb. şartları koşmuştur.

Türkiye adına yapılan bu açıklamalar, NATO içinde değişik tepkilere sebep oldu.

Bazıları, bu açıklamaları önemsemediler ve Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine karşı açıkladığı veto engelinin kolay aşılacağı yönünde açıklamalar yaptılar.

İsveç ve Finlandiya adına yapılan açıklamaların çoğu, Türkiye’nin kaygılarının dikkate alınacağı yönünde oldu. Ama yine de, bu ülkeler, kendi tezlerinden pek tavizkar görüntü vermek istemediler. Onların bu direnci sebebiyle NATO’nun zarar görebileceğini düşünen bazı güçlü üye ülkelerin, bu iki ülkeye baskı yaptıkları görüldü.

Bu dönemde, İsveç ve Finlandiya’ya baskı yapan iki ülke öne çıktı. Bunlar, ABD ve İngiltere’dir. Amerika ve İngiltere, bu iki ülke ile sık sık temas kurarak, “Türkiye taleplerinde haklı ve adım atılması gerekiyor” mesajı verdiler. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg de devreye girerek, Türkiye’nin istekleri yönünde adımların atılması için sıkı temaslar yaptı.

Üçlü Muhtıranın (Memorandum) Kabulü

Madrid'de NATO Zirvesinin yapıldığı IFEMA Kongre Merkezi’ndeki dörtlü görüşme gerçekleştirildi. Dörtlü görüşmeye, Türkiye Cumhuriyeti ve Finlandiya Cumhurbaşkanları, İsveç Başbakanı ve NATO Genel Sekreteri katıldı.

Bu toplantı sonrasında Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelik süreçleri hakkında Üçlü Muhtıra (Memorandum) imzalandı.

Üçlü Muhtırada üzerinde mutabık kalınan hususlar özetle şu şekildedir:

PKK ve uzantılarıyla ve terörizmin tüm biçim ve tezahürleriyle mücadele edilmesi, bu konularda Türkiye’yle tam işbirliği ve dayanışma sergilenmesi. Bu bağlamda, PYD/YPG ve FETÖ'ye destek sağlamama taahhüdünde bulunulması. Savunma sanayii alanında ambargo kısıtlamalarının kaldırılması. İsveç ve Finlandiya’nın terörizmle mücadele ve savunma sanayii konularındaki ulusal mevzuatlarını ve uygulamalarını tadil etme taahhüdünde bulunmaları. Terör suçlularının iadesi konusunda somut adımların atılması. PKK ve uzantılarının ve paravan örgütlerinin para toplama ve eleman devşirme faaliyetlerinin yasaklanması ve bunların soruşturulması. Türkiye’ye yönelik terör propagandasının engellenmesi.

Muhtıra kapsamında yapılan bu taahhütler üzerine, Türk yetkililer, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik için davet edilmesi işlemini veto etmeyeceğini açıkladı.

İsveç Başbakanı Magdalena Andersson, NATO'ya üyelik müzakerelerinin bir yıl sürebileceğini bildirdi.

Türkiye’nin veto yetkisini kullanmaması, her şeyden önce bu iki ülkenin Muhtırada belirtilen yükümlülükleri yerine getirmelerine bağlıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin veto yetkisini, bu şartların eksiksiz yerine getirilmesi şartıyla kullanmayacağını açıkladı.

Bu durumda Türkiye yapacağı bir değerlendirme ile, bu iki ülkenin Üçlü Muhtırada belirtilen taahhütleri yerine getirmediğine kanaat getirdiği takdirde veto yetkisini kullanacak; Türkiye, bu taahhütlerin yerine getirilmesinin tatmin edici olduğu kanaatine ulaşması halinde veto yetkisini kullanmayacaktır. Bu vesileyle, bu iki ülkenin üyelik ipi Türkiye’nin elindedir.

Muhtıranın İmzalanması Türkiye İçin Zafer mi Hezimet mi?

Dış basında ve kamuoyunda hâkim olan açıklamalara göre, Türkiye Üçlü Muhtırada yazılanlarla esasen istediklerini büyük ölçüde elde etmiştir.

İç kamuoyunda muhalif çevrelere göre, Türkiye muhtırayı imzalayarak hezimete uğramıştır. Bu çevrelere göre, muhtıranın hiçbir bağlayıcılığı yoktur.

İktidar çevrelerine göre ise, Türkiye Üçlü Muhtıra ile büyük kazanımlar elde etmiştir. Bu, Türkiye açısından masada elde edilen büyük bir zaferdir.

Peki, bu meseleyi nasıl tahlil etmeliyiz; bu iki görüşten hangisi daha haklıdır?

Bu sorunun cevabı son derece önemlidir.

Kanaatimize göre, bu süreçte zafer Türkiye’nindir. Bunun sebeplerini izah edeceğim.

(1) İlk defa, PKK-PYD/YPG ve FETÖ terör yapılanmalarının, NATO Andlaşması ile uyumlu olarak desteklenmemeleri, korunmamaları, cezalandırılmaları için Türkiye’ye yardımcı olunması yönündeki yükümlülüklerin, en azından İsveç ve Finlandiya yönünden yerine getirilmesi yükümlülüğü resmî olarak bir NATO belgesine girdirildi.

Nitekim Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan bu hususun ehemmiyetini şu şekilde ifade etmiştir: “NATO’nun kayıtlarına PKK, YPG, PYD, FETÖ bir terör örgütü olarak girmiştir. Bugüne kadar Sadece AB kayıtlarında olan PKK artık sadece AB kayıtlarında değil. Şimdi onunla birlikte PYD/YPG ve FETÖ de NATO'nun kayıtlarına girmek suretiyle gerçek anlamda terör örgütleri kimlermiş, şimdi NATO’nun resmi kayıtlarında yerini almıştır”.

Bu iş Türkiye’nin ısrarlı ve kararlı zorlamaları ile olmuştur.

(2) Türkiye, Muhtıra ile, teröre karşı mücadele imtihanında, sadece Finlandiya ve İsveç’e karşı değil, başta Amerika olmak üzere, demokrasi, hukuk devleti, insan hakları vb. değerlerin bayraktarlığını yapan, öyle görünen küresel güçlere karşı da zafer elde etmiştir.

Türkiye, bu mücadelesi ile en azından belli bir sürecin (İsveç ve Finlandiya’nın üyelik süreci) tamamlanması süresince, NATO’nun ağababalarını, insanlık suçu teşkil eden teröre karşı yürütülen adalet mücadelesini kabule mecbur bırakmıştır.

Burada, Türkiye lehine yazılan bu zaferde, Amerika ve diğer müstemlekelerin, fiili politikaları ile çelişen, iki ülkeye yönelik çabalarına kısaca temas etmek istiyorum.

İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği meselesi, Amerika’nın ikiyüzlülüğünü teşhir etmiştir. Esasen Amerika, PKK-PYD/YPG ve FETÖ terör örgütlerini sonuna kadar desteklediği, hatta onları mutlak olarak organize ettiği halde, NATO’nun tekrardan birlik ve dayanışmasının sağlanması ve genişlemesi ihtiyacının karşılanması, Türkiye’nin vetosunun aşılması şartına bağlı olduğu, artık Türkiye tehditlere pabuç bırakacak konumdan çok uzaklaştığı, bu sebeple tehdidin Türkiye için caydırıcılığının artık söz konusu olamayacağının anlaşılması üzerine, kendi fiili politikaları ile esaslı şekilde çelişecek şekilde Finlandiya ve İsveç’i, bu terör örgütlerini desteklememe yönünde karar almalarını sağlamaya sevk etmiştir.

Bu süreçte, Amerika, kendisinin kurdurduğu ve mutlak olarak himaye ettiği terör örgütleri PKK-PYD/YPG ve FETÖ terör örgütlerini, ikiyüzlü politika ile desteklemeye, onları organize etmeye devam ederek, İsveç ve Finlandiya’ya, “şimdilik kaydıyla, resmi üyelikleri kesinleşinceye kadar, bu terör örgütlerini destekleme işini bana bırakın, sizler Türkiye’nin isteklerini yerine getirin” demeye getirmiştir.

Peki, Amerika’nın bu politikaları nereye kadar devam edecektir; bu Protokolün geçerliliği ne kadardır? Bu soruya cevap verirken şu belirlemeyi yapmak gerekiyor.

Günümüz şartlarında, Amerika, sosyal Darwinist politikaları sürdürmeyi kendisinin varlık-yokluk meselesi gördüğü ve varlığını ve emperyal politikalarını sürdürebilmenin ön şartı olarak bu politikayı esas almaya devam ettiği sürece, terörü, terör örgütlerini, terör fiillerini, lehine kullanmak üzere desteklemeye devam edecektir. Hem de bunları, savunuyor göründüğü insan hakları ve demokrasi düşüncesini ters yüz ederek yapmayı sürdürecektir.

Her ne kadar İsveç ve Finlandiya, üyelik süreci nihayete erinceye kadar, terör örgütlerine yönelik desteklerinden kısmen (protokolde öngörülenlerle sınırlı olarak) vazgeçse de, üyelik kesinleştikten sonra, tekrardan AĞABABALARI (Amerika) ile birlikte terörü destekleme, besleme, yardımcı olma politikalarını sürdürmeye devam edebileceklerdir.

(3) Türkiye, ilk defa NATO’nun terörü reddeden misyon ve amacını, Amerika ve avaneleri olan devletlerin UTANMAYAN İKİYÜZLÜ yüzlerine ŞAMAR gibi vurmuştur.

Bu politikası ile Türkiye, hakkın, adaletin, insan haklarının, hukukun üstünlüğünün, hürriyetin gerçek savunucusunun kendisi olduğunu NATO’nun diğer üyelerine haykırmıştır.

Türkiye, bu Muhtırayı kabule zorlayarak, Amerika ve diğer büyük NATO üyelerini, bu Muhtıranın kabulü yönünde çaba sarf etmeye sevk ederek, aslında, NATO’nun Türkiye haricinde kalan üyelerinin ikiyüzlülüklerini ve NATO Andlaşmasını nasıl istismar ettiklerini yüzlerine ŞİDDETLE vurmuş olmaktadır.

Türkiye, adalet, insan haklarının korunması, hukukun üstünlüğü gibi değerlerin samimi bir şekilde savunan ülkenin kendisi olduğunu, diğer NATO üyelerinin, gayrı insani, zulmânî, gayr-ı ahlaki politikaların kaynağını teşkil eden “amaca ulaşmak için her türlü araç meşrudur”, “salt menfaat eksenli politika” ve “Sosyal Darwinist politikaların” savunucuları olduklarını ortaya koymuştur.

Batı Medeniyeti Bu Hali İle Ne Kadar Devam Edebilir

Bir soru sormak istiyorum.

Batılı müstemleke güçlerin bu zalimane politikaları daha ne kadar sürecektir?

Bu soruya vereceğim cevaba temel teşkil edecek bir söze burada yer vereceğim:

“Küfür devam eder, ama zulüm ve adaletsizlikler ilanihaye devam etmez”.

Türkiye, bu Muhtırayı kabul ettirerek, adalet eksenli politikayı üstün kılmıştır. Türkiye ve mihverinde şekillenecek ülkeler, adalet eksenli politikaları güçlü şekilde geliştirdikleri ölçüde, Batının medeniyetinin, çağdaş görünümlü olmakla birlikte, aslında zalimane olan, gasp ve başkalarını bölme ve yutma esasına dayalı politikaları gerileyecektir. Önemli olan, Türkiye’nin adalet eksenli politikalarında destekçilerinin hissedilir şekilde artmasıdır.

Bütün bunların gerçekleşmesi, her şeyden önce adalet eksenli politikaları esas alan Türkiye’nin, maddi, fikrî, kültürel vb. yönlerden güçlenmesine bağlıdır.

Bunun yolu da, Batı medeniyetini temsil eden müstemleke güçlerin ikiyüzlü şekilde şiddetle savunduklarını iddia ettikleri insan hakları, adalet, hukukun üstünlüğü, hürriyet vb. insani değerleri, Türkiye ve mihverinde yer alacak ülkelerin, samimi ve hakikatli olarak savunmalarıdır. Yani Batı’nın ikiyüzlü, koyun postuna bürünmüş kurt misali politikalarının yerini, burada sözü edilen insani değer ve ilkelerin sahici manada alması icap ediyor.

Asıl kalıcı ve insanlığa huzur kazandırıcı politikalar, Batının yöneldiği ve uyguladığı zulmânî politikalar değil, Türkiye’nin bayraktarlığını yaptığı ADALET eksenli politikalardır. Adalet eksenli politikaların yayılması ve güç kazanması, Türkiye’nin her yönlü güçlenerek bu politikaları sahiplenmesine, bu sahiplenme politikalarının güçlü bir şekilde diğer samimi devletlerce de, güçlü şekilde ve ittifak halinde destekleniyor olmasına bağlıdır.

Türkiye, gerek Afrika’da gerekse diğer bazı bölgelerde adalet eksenli politikalarda önemli mesafeler kat etmektedir. Türkiye’nin bu politika tercihleri yaygınlaştığı ölçüde, şimdi çok korkutucu, karşı konulmaz güçler olarak görülen başta Amerika olmak üzere diğer müttefiklerinin gerileyeceği, bu bağlamda, adaletin zulme karşı mutlak zafer kazanacağı kanaatindeyim. Yeter ki Türkiye, bu politikalarını sürdürmede güçlü şekilde ısrarcı olsun, bu yöndeki politikaları, mazlum devletler nezdinde destek bulsun, bu yönde güçlü ittifaklar tesis edilebilsin. Bu, bir ütopya değildir; imanla, inançla, azimle, kararlı mücadelelerle, bir gün bu amacın tahakkuk edeceğini düşünüyorum.

İşte o zaman, ya Amerika ve müttefiklerinin ikiyüzlü politikaları, kalıcı olarak NATO’nun resmi amaçları ile uyumlu hale gelecek ya da NATO diye gerçekte terörü besleyen bir yapı kalmayacak, yerini adalet eksenli uluslararası örgütler alacaktır.

İşte o zaman Üçlü Muhtıra ile kazanılan zafer, bu şekilde daimileşebilecektir.

Bu zaferin neticesi, ADALET, insan hakları, hukuk devleti, demokrasi, hürriyet vb. insani değer ve ilkelerin, haksız ve ikiyüzlü şekilde istismarı döneminin sona ermesi olacaktır.

Kanaatimce, bir sonraki dönemde (bu dönem ne zaman gelir bilinmez; ama nasıl totaliter Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) rejimi en katı ve güçlü göründüğü bir dönemde çatırdayarak yıkıldı ise zalim Batı medeniyetinin akıbetinin de çok uzun olmama ihtimalinin olduğunu da ifade edebiliriz), medeniyet yer değiştirecektir. Bu yer değişikliği ile sahte insani görünümlü medeniyetin yerini adalet eksenli, insanın hakiki saadetini esas alan medeniyet alacaktır. Yeter ki, sabredilsin. Yeter ki, bu yöndeki politikalarda sebat edilsin.

Peki, bütün bu öngörülerim bir KEHANET midir?

Kesinlikle, kehanet değildir. Bazı temel ilkelerden hareketle gelecekte olabilecekleri şimdiden sezmektir bu. Şöyle ki;

Bir İslam Âlimi, SSCB rejiminin yıkılışından takriben 70-80 sene önce, Tiflis’te bir Rus polisine şu sözleri söyler: “Rusya’da birbiri üstünde üç zulmet (karanlık, yıkılış) inkişafa başlayacaktır. Şu istibdad perdesi yırtılacak, takallüs (büzülme, büzülerek küçülme) edecek”. Nitekim, 1990’lı yılların başlarında bu söz kısmen tahakkuk etmiştir.

Bu sözün gerisinde, “gayrı insani, zulmânî ve müstebidane yönetimlerin geleceğinin uzun süreli olmayacağı” yönündeki sosyolojik hakikat yer almaktadır.

Ben de bu hakikate istinaden, Batı medeniyetinin temelini oluşturan “amaca ulaşmak için her türlü araç meşrudur”, “salt menfaat eksenli” ve “Sosyal Darwinist” politikaların ve bu politikaları insani göstermek için ortaya konulan ikiyüzlü, koyun postuna bürünmüş kurt misali politikaların, gayrı insani olduğu ve bu politikaların ilanihaye sürdürülebilir olmadığı yönündeki sosyolojik hakikatten hareketle bu öngörüyü dile getiriyorum.

Bu sadece bir öngörüdür. Yarın neler yaşanır, onu Âlim-i Mutlak olan Allah bilir.

“Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” demiş Mevlana. Biz de bu sözün gereğini yerine getirerek, gelecekte neler yaşanacağını ömrümüz olursa seyredeceğiz.

NOKTA

Her ne kadar Üçlü Muhtıra ile İsveç ve Finlandiya’nın teröre destek vermemeleri öngörülmüşse de, başta Amerika olmak üzere güçlü üyeler, PKK, PYD/YPG, FETÖ vd. bazı terör örgütleri ve eylemlerini desteklemeye devam ettikleri, bu terör örgütleri NATO’nun en büyük patronu olan Amerika tarafından sevk ve idare edildiği için, NATO, terörle olan imtihanı KESİNLİKLE ve MUTLAK olarak kaybetmiştir.

Üçlü Muhtıra, sadece İsveç ve Finlandiya açısından bağlayıcılık özelliğini haizdir. Bu Muhtıra ile bağlı olmayan Amerika ve NATO’nun diğer mevcut üyeleri, fiili olarak PKK, PYD/YPG ve FETÖ gibi terör örgütlerini ve eylemlerini desteklemeyi sürdürmektedirler. Bu yöndeki gayrı insani ve zalimane politikalar yanında, ileri sürdükleri insan hakları, hukuk devleti, hürriyet vb. söylemler, onların vahşetlerini, zalimane politikalarını, karanlık emellerini ve uygulamalarını örtmek çabasından başka bir şey değildir.

Peki, Türkiye dışındaki NATO üyeleri, bu ikiyüzlü, zulmânî politikaları bırakırlar mı?

Bu soruya iki türlü cevap verilebilir.

Birincisi, fiili olarak zalimane politikaları uygulayan NATO’nun güçlü üyeleri, adalet ve insan haklarını samimi olarak muhafaza etmeyi amaçlayan küresel ölçekli güçlü yapılara, güçler ittifakına toslamaları halinde, bu politikalarından, istemeyerek de olsa vazgeçmek mecburiyetinde kalabilirler.

İkincisi, birincide belirttiğim şartlar tahakkuk etmediği takdirde, NATO’nun güçlü üyelerinin kendi istekleri ile dürüstçe bu ikiyüzlü politikaları bırakmaları pek mümkün ve muhtemel görünmüyor. Çünkü salt menfaat eksenli sosyal Darwinist politikalar onların ruhunu ve temel felsefelerini teşkil ettiği sürece, onlar bu politikaları kıyamete kadar sürdürmek isteyeceklerdir. Bu da, NATO’nun güçlü üyelerinin ve avanelerinin fiili olarak terörü destekleyen yapısıyla devam etmesi demektir.

Nitekim, ABD Merkez Komutanlığı CENTCOM’un, Suriye’de MİT operasyonuyla öldürülen PKK’lı teröristler için taziye mesajı paylaşımı yapması, Amerika’nın terörü desteklemekten vazgeçmeyeceğini göstermektedir. Öte yandan, İsveç’in Göteborg şehrinde PKK/PYD/YPG yandaşlarınca 21 Temmuz'da gerçekleştirilen terör propagandasının öğrenilmesi üzerine İsveç’in Ankara Büyükelçiliği Geçici Maslahatgüzarının Dışişleri Bakanlığı'na çağrılması, en azından bu iki ülke yönünden Türkiye’nin işin peşini bırakmayacağını göstermektedir.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
GÜNCEL SİYASET DÜNYA MEDYA MAGAZİN SPOR YAZARLAR RÖPORTAJLAR PORTRELER ANKARA KULİSİ FOTO GALERİ VİDEO GALERİ KÜLTÜR SAĞLIK EKONOMİ TEKNOLOJİ ANALİZ TEKZİP
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Copyright © 2024 Turktime