İsmail Küçükkaya: Ünlü olmadan etkili olmak isterdim

FOX TV'nin başarılı haber sunucusu İsmail Küçükkaya, TURKTIME YouTube kanalına konuk oldu.
ABONE OL
Abone Ol
İsmail Küçükkaya: Ünlü olmadan etkili olmak isterdim
Haberler / Medya
25 Mayıs 2021 Salı 17:07
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş

Hürriyet, Sabah, Star’da muhabirlik, Akşam Ankara temsilciliği ve genel yayın yönetmenliği derken İsmail KÜÇÜKKAYA için film aniden koptu. İşsiz kaldı.  Tam da ‘bitti!’ denilirken,  Fox genel yayın yönetmeni Doğan Şentürk’ün teklifi ile daha önce deneyimlemediği tv gazeteciliğine soyundu. Üzerine azar azar koyduğu yeni kariyerinde yeni bir kimliğin yanında, şöhret ve başarıyı da yakaladı. Ankara gazeteciliğinin verdiği avantaj, Küçükkaya’nın başarısının en büyük rampası oldu. Ankara diplomasi dilini mantığı ile harmanlayan 

İsmail Küçükkaya, gazetecilik hayatını ve bilinmeyenlerini TURKTIME'a anlattı.

Buyurun. Başlıyor.  

-İsmail KÜÇÜKKAYA, senin gazetecilik yaşamın klasik olacak ama başarılarla dolu. Hürriyet’ten, Sabah’tan, Akşam’ın Genel Yayın Yönetmenliğinden bir işsizlik dönemi... Akşam döneminde ne oldu da olmadı? 

Akşam gazetesinde ben 5 yıl yayın yönetmenliği yaptım. Ankara Temsilciliği yaptım. Çok çalıştık. Kendimize göre başarılıydık, gündem belirliyorduk. Özel haberlerle, muhabir odaklı yayıncılıkla yaptık. Tabi dönem değişti, iktidarın medyaya bakışı çok değişti. Biz ideolojik olarak AK Partili değiliz. Biz merkezdeyiz. Bu tavrımızla da gazetecilik yaptığımız için eskiden makbuldü. Partimiz yok bizim. Biz toplumun merkezine hitap ediyorduk. Bu şekilde baktığın zaman haberi saklamıyorsun. İdeolojik kodla beslenmediğin için haber kim ne ise onu yapıyorduk.

-Peki Gezi Parkı’ndan sonra ne değişti?

AK Parti için Gezi olaylarıyla birlikte yeni bir dönem başladı. Dolayısıyla AK Parti’nin lideri ve liderliği şu çizgiye geldi: Artık arada, derede, ortada, merkezde istemiyoruz dediler.  Bizdensin ya da değilsin. 

GEZİ PARKI’NDAN SONRA “BİZ ARTIK SAVAŞTAYIZ” DEDİLER

Niye diye soruyorduk biz mesela ne değişti? Çünkü dediler ‘biz artık savaştayız.’ Ölüm kalım savaşı olarak görüyorlardı. Gezi Parkı’yla başlayan olaylar var ya onlar bir komplo teorileri de geliştirdiler. Dolayısıyla dediler ki ‘benden misin değil misin?’ Ben sizden değilim, sizin karşıtınız da değilim. Ben bir gazeteciyim. Orada koptu iş. 

Gezi Parkı’yla birlikte AK Parti’nin; dünyaya, siyasete, Türkiye’ye ve medyaya bakışı değişti. Ondan sonra o travmanın etkilerini yaşadık. Fakat şunu unutmayalım. Travmayı neden yaşadılar? Uzun yıllar dostluk yaşadıkları, kardeşlik geliştirdikleri ve memleketi beraberce yönettikleri -Fethullah Gülen Cemaati o dönemde, sonradan FETÖ terör örgütü en yakınlarındaydı ya Erdoğan ve AK Parti liderliği şunu düşündü “En yakınımızdan darbe yedik.” Bu travma medyaya yansıdı. 

Bir güvenme problemi de çıkardı.

Güvenmedi. Dedi ki ben artık öyle merkezdesin, tarafsızsın, üçüncü yolcusun ki bizim kelimelerimiz bunlardı. Biz çünkü tarafsız gazeteciyiz. Biz hep şunu söyledik. İktidarlar gelir geçer ama gazetecilik kalır. Memleket kalır. O nedenle biz de bunu yapamayız dedik. Onlar da dedi ki biz yol ayrımına gidiyoruz. Kendilerine göre en yakın güvendikleri ismi yayın yönetmeni olarak getirmek istediler. Olay bu.

-Gazeteci olarak hangi ideolojiye kendini yakın hissediyorsun? Sağcı mısın solcu musun? 

İkisi de değilim. Ben kendimi solcu ya da sağcı olarak tanımlamıyorum. En rahat ve en güzel ve en kapsayıcı tanımlama bence Atatürkçülük. Öteden beri ben Atatürkçüyüm demeyi sevdim. Çünkü o beni tanımlar. Atatürk genci. Çünkü neye inanıyorum Atatürk genci dediğin zaman, Türkiye Cumhuriyeti hepimizin ya, bir ev, bir de tapu var hepimizin eşit hissesi var. Atatürk Cumhuriyeti demek bu. Yani değil mi ki ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ve bununla gurur duyuyorum işte bu benim için yaklaşım. Yoksa sol-sağ bunlar eskide kaldı. Kendimi hiç öyle tanımlamıyorum.  

Yani Türkiye’nin tapunun hisse oranının herkes eşit olduğunu ayrıcalığının olmadığını mı düşünüyorsun?

Bu yaklaşımı ben siyasi partiler olarak da söylüyorum. Çok açık ifade edeyim, benim bir partim yok. Bilinçli bir yurttaş olarak ben her seçimde oyumu kullanıyorum. 

-Partizanlık yok

Yok. Ben şu partiliyim diyemiyorum. Çünkü beni gerçekten yansıttığını düşündüğüm bir parti henüz yok. Benim hayalimdeki milliyetçilik, benim hayalimdeki muhafazakarlık, benim hayalimdeki sosyal demokrasi, benim hayalimdeki Türkiyecilik, benim hayalimdeki dünya vatandaşı olmak bunların tamamını kapsayacak büyük güçlü bir siyasal akım olmadı henüz. 

-Oyu da çoğu zaman hepimiz kerhen veriyoruz

Hesap yaparak veriyorum. İkinci partime veriyorum. Diyorum ki mesele bu Pazar seçim var ülkeme bakıyorum, ülkemin gidişatını kafamda değerlendiriyorum. Diyorum ki bu iktidar devam etsin mi? Etmesin diyorsam peki ne gelsin yerine? Hangisi en iyi olur? Tek başına biri gelemezse nasıl bir işbirliği gelsin? Rasyonel yani akılcı hesap yapıyorum. Bu güne kadarki bütün seçimlerde ben böyle yaptım. Bir uçak gezisinde Deniz Baykal’a da bunu söyledim. Bana hak verdi. 

NE YANDAŞIM NE CANDAŞIM

-Medyada şöyle bir ayrışma da var. Yandaş-yoldaş. İktidarı destekleyen gazetecilere yandaş deniyor. Diğerlerine yoldaş deniyor. Bazı gazeteciler kayıtsız şartsız x partiyi destekliyor diğerleri de iktidarı destekliyor. Diğerleri ne kadar yandaşsa onlar da aslında o kadar yandaş olmuyor mu? 

Şimdi şöyle, ben zaman zaman şunu söylerim. Ne yandaşım ne candaşım. İdeali iktidarı desteklemek mümkün olabilir gazeteci için veya muhalefetteki herhangi bir partiyi de. Gazetecilik dediğimiz şey ‘mesafe’ ayarıdır. Gazeteci, herkesle görüşür ama mesafesini korumalıdır. Mesafeni koruduğun, mesleğini yerine getirdiğin sürece bir beyis yok. İktidarı desteklemek de öyle. Türkiye’deki sorun iktidarı destekleyen medyadaki arkadaşların iktidarla aralarına mesafe koymamaları. Bazı muhalefet partilerini ölümüne destekleyen arkadaşlar var. Onlar da bir partinin sesi gibi. Bir farkı yok aslında. Orada da mesafe sorunu var. Orada da mesafe ayarı sorunu var. Dolayısıyla bizim uymamız gereken ana ilke şu: Herkesle görüşebilirim ama mesafemi korurum. 

-Mesafe deyince Peker olayında adı geçen, görüntüsü çıkan gazeteci de savunmasında ‘mesafeyi koruyamadım’ dedi. Peki bu son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsun? Sedat Peker’in bazı iddiaları var. Kimi diyor ki bu iddiaları ciddiye almamak gerekiyor. Kimileri de kim olursa olsun ciddiye alınsın diyor. Diğer taraftan da Türkiye’yi kasetle idare etme ya da kasetle manipüle etme durumu var deniyor. Senin oradaki bakışın nedir? 

Biz böyle klişelerle itibar etmeyiz. Fact( gerçek) dedikleri verili bir bilgi var. Ona bakarız biz. Bu olaya baktığımız zaman aklıma Deniz Baykal olayı geldi. FETÖ zamanında siyaseti kasetlerle dizayn ediyorlardı. Şimdi Deniz Baykal bir kumpasla karşı karşıya kaldı. Kendi hataları vardı orası ayrı. Ben o gün Akşam gazetesinde bir manifesto yazdım. Bu doğru değil, bu şık değil, burada bir kumpas var dedim. Tarih sayfalarını açıp bakabilirsiniz. Biz bu konuya girmiyoruz dedim. İsmini de vermedim Deniz Baykal demedim. İlk defa burada TURKTIME’a açıklıyorum: O gün beni Nabi Avcı aradı. O tarihte Sayın Erdoğan’ın basın danışmanı idi. “Seni kutluyorum İsmail Bey kardeşim” dedi. Ne oldu hocam dedim? “ Bizimkiler bunu yapamadı” dedi. Bizimkiler dediği hükümeti destekleyen medyaydı. Aynı gün Ömer Çelik aradı. “Seni kutluyorum. Bu tavrı biz gerçekleştirebilsek medyada siyaseti kasetlerle dizayn etme dönemini bitiririz. Eğer şimdi böyle sonuç alınırsa bundan sonra kimse bu işlerle kurtulamaz” dedi. Bu günlerde bu aklıma geliyor. Şimdi Sedat Peker nedir, ne yaptı bilmiyorum doğrusu. Bu kavga nereden patladı tam anlayamadım. Birtakım alengirli ilişkiler, paralar, marina vs. hepsini anladım da esas bu kavganın bir çıkış sebebi olmalı onu anlayamadım. Henüz anlayan birini de görmedim. Ben herkese bu kavganın sebebini soruyorum. Bana diyorlar ki şu sebepten. Hayır o sebep değil sonuç. Bu kavga niye patladı? Bir şey daha anlatayım.

"SÜLEYMAN SOYLU'YU YEMEYE ÇALIŞIYORLAR"

Bir gün bir arkadaşımız hasta oldu ziyaretine gittim. Hastanede Mehmet Ağar’la karşılaştım. Bana “Sevgili İsmail seni uzun yıllardır tanıyorum. Sen uzun yıllar hep merkez sağı takip ettin. Adalet ve Kalkınma Partisi ve iktidarlar bir koalisyondur. AK Parti’ye baktığımız zaman milli görüş, bizim gibi merkez sağ, biraz sol yani farklı kesimler vardı.  O günlerde Süleyman Soylu tartışılıyordu. Ağar dedi ki, “Süleyman Soylu, AK Parti’nin içinde bizler gibi merkez sağı milliyetçileri de temsil ediyor. Onu yemeye çalışıyorlar. Süleyman Soylu’nun korunması lazım.  Biz onlara diyoruz ki AK Parti sadece milli görüşün değil orada farklı kesimlerde olsun. Çünkü iktidar bütün Türkiye’yi temsil etmeli. Ben Süleyman Soylu’nun oradaki varlığını vatan millet için önemsiyorum.” dedi. Bunu söylediğinde yıl 2019. 

Bunu televizyonda söylemek için Mehmet Ağar’ı aradım ‘bunu kullanabilir miyim?’ dedim. Şunu eklememi istedi, “Süleyman Soylu terörle mücadelede başarılı biz ona bakarız.” dedi. 

Benim aklıma burada şu geliyor. Süleyman Soylu’yu hedef tahtasına oturtup tasfiye etmek isteyenler mi var? Ben hep bunu soruyorum.  Soylu’nun muhafazakar milliyetçi kesime seslenen bir tarzı var. Bazı eleştiriyor ama sosyolojik bir tarafı da var. 

DOĞAN ŞENTÜRK, FATİH PORTAKAL’DAN SONRA RİSK ALDI

-Peki İsmail Küçükkaya, mutlu musun? Hayat seni tatmin ediyor mu? Sinemaya gidiyor musun? Kendine vakit ayırabiliyor musun? 

Hayatımın en huzurlu, mutlu günlerini yaşıyorum. Ben genç yaşta pek çok hayalimi gerçekleştirdim. Ankara temsilcisi olmak istiyordum. 5 yıl yaptım. Yayın yönetmeni olmak istiyordum okurken bile hep bunu hayal ederdim. Gazete yönetmek manşetler atmak istiyordum. Bunları yaptım. İşsiz de kaldım. Doğan Şentürk’e ömrüm boyunca teşekkür edeceğim. Benim bile aklımda yokken risk aldı ve Fatih Portakal’dan sonra beni aldı oraya. Fakat ben o tarihte derdim ki Allah’ım 3 yıl yapabilsem şu işi. Şimdi 8.inci yılı bitiriyorum. Yayın yönetmenliği de çok zor bir iş. Maaş yatmaması sorun, reklam, tiraj, gazete kağıdı, idari sorumluluklar… Şimdi şöyle bir dönem yaşıyorum. Başka hiçbir şeyden sorumlu değilim. Yalnızca yaptığım iş, haber ve yorumdan sorumluyum. Herhangi bir personelle ilgili bir sorumluluğum yok.

-Peki İşinizi yaparken size müdahale ediliyor mu?

Profesyonel bir kanal. Editöryel bağımsızlığıma hiç müdahale edilmiyor. Doğan Şentürk, “Sen orada varken bütün bu yollardan geçtiğin için ben sabahları çok rahatım” diyor. 

Türkiye’de yüzde yüz özgürlük diye bir şey yok. Hiçbirimiz bütün düşündüğümüzü ifade etmiyoruz. Ama Türkiye’nin koşulları içinde olabildiği kadar özgürce ama alnımız açık işimizi yapmaya çalışıyoruz. Halkımıza karşı, ülkemize karşı sorumluluğumuz var. Mesleğimizi yerine getirmeye çalışıyoruz. O nedenle çok huzurluyum. 

-Cüneyt Özdemir, Fatih Portakal gibi isimler son dönemde YouTube’a yöneldiler. Sizin dijital medyaya olan bakışınız nedir? Bir gün YouTube’da ‘artık ben de varım’ der misiniz?

Bence bu önemli bir soru. Çağımızın gerçeği. Bugün burada TURKTIME’dayız. Siz sonuçta hem sosyal medyada hem de dijital medyada uzun zamandır var olan bir mecradasınız. Doğrusu şöyle, benim şu anda bir sorumluluğum var. Kanalda görev yapıyorum. Kanalımızın zaten sosyal medya etkileşimlerine çok önem veriyor. Kanal çalışanlarının ayrıca kendi bireysel olarak faaliyet göstermesine sıcak bakmıyorlar. Bunu anlayabiliyorum ama bunun ne kadar önemli olduğunu biliyorum.

-İsmail Bey şu an pandemi dönmindeyiz malum. Tam kapanma oldu, esnafın durumu ortada, ekonomik gidişatta çok iyi değil. Sizin pandemi dönemi ve ekonomik gidişat hakkında düşünceleriniz neler? Sizce pandemi dönemi iyi yönetildi mi?

Doğrusu evet iyi yönetildi ve bütün gelirini kaybeden kesimlere iyi destekler sağlandı demeyi çok isterdim ama maalesef değil. Ben bunu söylediğim zaman devletin imkanlarından bahsediyorlar ama aslında ekonomi yönetimi ya da devlet yönetimi dediğimiz şey öncelikler sıralamasıdır. Başka ülkelere baktığımız zaman onlar çok daha geniş kesimlere destek verebildiler ve öyle borç bir destek değil. Mesela ABD’ye baktığımız zaman her eve hane başına paralar gönderildi. Çekler gönderildi. Bu ve benzeri destekler verilemedi. Biz de bu gelir destekleri sağlanamadı. Bu yakın gelecekte ekonomik olarak da geniş toplumsal kesimleri etkilediği için siyasal anlamda birtakım sonuçlar çıkaracaktır.  Aşılama söz verdikleri gibi devam ederse önümüzdeki yıla nasıl yansır görmek lazım. 

-Hayatta sizin mottonuz nedir? Bunlar benim vazgeçilmezim ve bunlar olmazsa benim hayatımın anlamı kalmaz diyeceğin ne var?

Zor bir soru. Şöyle ben kendim ve ailem için en çok sağlık dilerim. Hayat mottom şöyle diyebilirim Andre Comte Sponville’ın Büyük Erdemler risalesini okumuştum. Ve orada erdemler şöyle anlatıyor. Yiğitlik, cesaret, ölçülülük ve adalet. Benim için ölçülülük çok önemli. Benim hayat mottom için ölçülülük diyebilirim. 

ÜNLÜ OLMADAN ETKİLİ OLMAK İSTERDİM

-Hayattaki hedefin nedir? 

Samimiyetle söylüyorum. Bu kadar etkili olmayı çok isterdim ama ünlü olmadan. Çünkü tanınmak gerçekten iyi bir şey değil. O seni kısıtlıyor. Bir kitapta okumuştum. Şöhret dediğin şey kredi kartı gibidir. Kredi kartıyla harcama yaparken para veriyor musun? Vermiyorsun. Ama şunu unutma şöhret kredi kartı gibidir. Ayın sonunda hesap ekstren gelecek. Bunu biliyorum ben.

-Sosyal medya artık hayatımızın her alanında hatta hayatımızı yönetiyor diyebiliriz. Bununla birlikte bir de bir linç kültürü oluştu. İnsanlar bir sözle ya da bir haberle linç edilebiliyorlar. Siz sosyal medyayı kullanırken bir otosansürünüz var mı? Bu linç kültürü ile ilgili ne düşünüyorsunuz? 

Sosyal medya çok etkili ama troller olduğunu unutmamak gerekir. Paralı askerler var. Klavye başında delikanlılık yapmak kolay. Çünkü hayatın boyunca yüz yüze göremeyeceğin bir insana orada hakaret edebiliyorsun. Ben sosyal medyayı etkili ve ölçülü kullanmayı seviyorum. Lince gelince çok yaşadık. Ben bir gün ‘adam kazandı’ dedim ve binlerce tweet yedim. Linç edildim. Ama şunu biliyordum ben doğruysam, mesleğimin gereğini yerine getirmişsem halk bunu görecek. Linç kültüründen etkilenmemek gerekiyor ama bunun bir alt çizgisi var yeter ki sen doğru olanı yap. 

-Z kuşağı ile ilgili bir gerçek var artık. Bunlar bizim geleceğimiz. Onların beklentileri, istekleri var. Sizce hükümet veya muhalefet kanadı onların isteklerine cevap verebiliyor mu? 

Ben siyasetin şu anda sadece Z kuşağına değil bütünüyle toplumu ıskaladığını düşünüyorum. Toplumlarda bazen böyle oluyor. Halklar ileriye gidiyor siyaset geriye gidiyor. O zaman ne oluyor? Toplum demokratik sistemde balans ayarı yapıyor. Yani bütün kuşakları anlayamayan siyasetçilerin yerine o toplumsal dalgayı kavrayan ve onları anlayabilen kuşatabilen yeni siyasal kavramlar ortaya çıkıyor. 

İşte o ropörtaj:

 

YORUM EKLE

Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır

YORUMLAR

 Misafir
 26 Mayıs 2021 Çarşamba 15:52
genç kimliğini Atatürk'e tahsis etmek yazının büyüsünü bir anda silip atıyor. Örneğin Fatih değil de niçin Atatürk.? Dolayısıyla "tarafsızlık" övünmeniz havada kalıyor.

DİĞER RÖPORTAJLAR

Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
GÜNCEL SİYASET DÜNYA MEDYA MAGAZİN SPOR YAZARLAR RÖPORTAJLAR PORTRELER ANKARA KULİSİ FOTO GALERİ VİDEO GALERİ KÜLTÜR SAĞLIK EKONOMİ TEKNOLOJİ ANALİZ TEKZİP
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Copyright © 2024 Turktime