PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
HANGİ CUMHURİYET YAŞASIN?
Adnan Küçük
YAZARLAR
17 Kasım 2020 Salı

HANGİ CUMHURİYET YAŞASIN?

Türkiye’de her 29 Ekim günü Cumhuriyet Bayramı coşkulu olarak kutlanır. Bu bayram vesilesiyle de cumhuriyet devlet şekli sürekli bir şekilde methedilir. Bu methiyeler düzülürken, cumhuriyetin uygulama farklılıkları dikkate alınmaz. Salt cumhuriyet methiyeleri yapılır; bu şekilde cumhuriyet bir nevi kutsanılan bir devlet şekli haline getirilmektedir.  

Bir kavram, mutlak olarak benimsendiğinde, kendisine methiyeler düzüldüğünde, tabir-i caizse kutsandığında, onun bütün uygulama şekilleri ile bütünlük içerisinde kabul edildiğinden söz edilebilir. Burada şu soru akla takılabilir:  

Cumhuriyet devlet şekli uygulamalarının her türlüsü, hukuk devleti, insan hakları, anayasacılık düşüncesi, anayasal devlet bağlamında makbul ve methedilmeyi hak eder mi? Bu soruya verilecek cevap kapsamında yapılacak izahatlarla, Türkiye’deki cumhuriyet ile alakalı değerlendirmelerde bir ölçüt ortaya konulacaktır. 

Türkiye’de anayasal zeminde değil de, fiili zeminde hukukî manada Cumhuriyet devlet şekline hangi tarihte geçildiği konusunda, net bir maddi bilgi eksikliği söz konusudur. Burada bu konuya da açıklık getirilecektir. 

Türkiye’de Cumhuriyete Geçiş Tarihi 

Yazıma bir soru ile başlamak istiyorum.  

“Acaba Türkiye’de hukukî (dar) manada Cumhuriyet devlet şekline ne zaman geçildi”? 

Bu sorunun herkes tarafından ezberlenmiş bir cevabı var, o da “29 Ekim 1923 tarihi”dir.  

Peki bu cevap, ne kadar doğrudur, ya da doğru mudur? 

Bu cevap doğru değildir; şöyle ki. 

Hukukî (dar) manada Cumhuriyet, “Devlet başkanının irsi yolla belirlenmediği devlet” demektir. Burada devlet başkanı irsi yolla belirleniyorsa, o devlet şekli monarşi, şayet devlet başkanı hiç yoksa ya da devlet başkanı mevcut olduğu halde, irsi yol dışındaki bir usulle belirleniyorsa, orada hukukî manada Cumhuriyet devlet şekli mevcut demektir. 

Gelelim bu izahat çerçevesinde Türkiye’de hukukî manada Cumhuriyete geçiş tarihine. 

Türkiye’de anayasal olarak olmasa da, fiilen cumhuriyetin başlangıç tarihi 31 Ekim-1 Kasım 1922’dir. 31 Ekim 1922 tarih ve 307 Sayılı ve 1 Kasım 1922 Tarih ve 308 Sayılı Hey’et-i Umumiye (Parlamento) Kararları ile saltanata, yani meşruti monarşiye son verilmiştir.  

Yani artık bu tarihten itibaren Monarşik bir devletten söz edilemez. 1921 Tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda da devlet başkanlığı makamı düzenlenmiş değildir. O zaman Türkiye’de bu tarihlerde, hukukî manada Cumhuriyet döneminin başlamış olduğu söylenebilir. 

Cumhuriyetin anayasal olarak ilanı tarihi ise 29 Ekim 1923’tür.  

Cumhuriyet ile Demokrasi, Otoriter, Totaliter Rejim İlişkisi 

Türkiye’de çoğu kişiler cumhuriyeti demokrasi ile karıştırarak kullanırlar. Bu kişilere göre “cumhuriyet, halkın yönetimidir, temelini, halk ya da milli egemenlik oluşturur”. Kısaca belirtmek gerekirse, bu belirlemelerde cumhuriyet=demokrasi anlayışı söz konusudur.  

Bu durumda, “bu belirleme doğru mudur”? şeklinde bir soru akla takılmaktadır. 

Bu belirleme kesinlikle doğru değildir. Şöyle ki; 

Cumhuriyet bir “devlet şekli”, demokrasi bir “yönetim şekli”dir. İkisi birbirinin aynısı değilse de, ikisi bir arada olabilir. Yani cumhuriyet devlet şekli demokratik olabilir. Ama cumhuriyet, demokratik olmayabilir de. Yani otoriter ve totaliter cumhuriyetler de olabilir. Dolayısıyla mutlak bir şekilde cumhuriyet-demokrasi eşitlemesi durumu söz konusu değildir. 

Benzer durum demokrasiler için de söz konusu olabilir. Yani bir demokrasi cumhuriyet olabileceği gibi, bir meşruti monarşi de olabilir.  

Burada bahsi edilen durumlar sebebiyle dörtlü bir tasnif ortaya çıkabilir.  

1- Demokratik cumhuriyetler 

2- Demokratik monarşiler (meşrutî monarşiler) 

3- Otoriter ya da totaliler cumhuriyetler (demokratik olmayan cumhuriyetler) 

4- Anti-demokratik monarşiler (mutlak monarşiler). 

Burada cumhuriyet kavramının, tek başına sahip olduğu mananın pek fazla belirgin bir kimliği, sıfatı, üstün meziyetleri yoktur. Sadece monarşinin karşıtını temsil etmektedir. Sadece monarşinin karşıtı olması, cumhuriyete kayda değer şekilde, değerlerle yüklü halde bir üstünlük sağlamıyor. Çünkü, meşruti monarşiler de en az cumhuriyetler kadar demokrasi ile uyumludur.  

Hatta bir adım daha öteye giderek şu söylenebilir:  

Meşruti Monarşik demokrasiler, çoğunlukçu, otoriter ya da totaliter cumhuriyetlerden çok daha makbuldür. Monarşik devlet şekli, sırf monarşi olduğu için anti-demokratik bir devlet değildir. Sadece mutlak monarşiler demokrasi ile mutlak uyumsuzdur. Benzer şekilde bütün cumhuriyetler de mutlaka demokrasi ile uyumlu değildir; anti-demokratik cumhuriyetler de var. 

Bunları örneklendirmek gerekirse; 

İngiltere, Hollanda, Belçika, İspanya, Japonya vd. bazı devletler birer meşruti Monarşik devletlerdir ve bunların hepsi de birer ileri demokrasidirler.  

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler, birer mutlak monarşidirler ve bunların demokrasi ile uyumlulukları yoktur. 

ABD, Almanya, Türkiye, Fransa, İtalya vd. bazı devletler, demokratik cumhuriyetlerdir.  

Hitler’in Almanya’sı, eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Yugoslavya, Esad’ın Suriye’si, Saddam’ın Irak’ı vd. bazı ülkeler de otoriter ya da totaliter cumhuriyetlerdir.  

Hangi Demokratik Cumhuriyetler Makbuldür? 

Diğer yandan, demokratik cumhuriyetler de tek görünümlü değildir.  

Bazı demokratik cumhuriyetler “çoğunlukçu”dur. Jean Jeack Rousseau’nun “genel irade” teorisine dayalı “çoğunlukçu demokratik cumhuriyet”lerde çoğunluğun diktatörlüğünün yolu açılmış olmaktadır. Bu tür cumhuriyetlerde, çoğunluk, “milli egemenlik” adına alacağı kararlarla azınlığın haklarına son verebilmektedir. Bu durumda da, egemenliği millet namına kullanan bir çoğunluğun baskıcı bir yönetimi ortaya çıkabilecektir. 

Bazı cumhuriyetler ise çoğulcu temele dayalı anayasal (ya da liberal) demokrasi ile bütünleşik olarak ortaya çıkar. Burada, “anayasal” sıfatı, demokrasiyi nitelerken, “anayasal demokrasi” sıfatı da, cumhuriyeti niteler. Bu sıfatlarla nitelenen cumhuriyetler, esasen otoriter, totaliter cumhuriyet ya da çoğunlukçu demokratik cumhuriyetlerden tamamen farklıdır. 

“Anayasal demokratik cumhuriyet” haricindeki cumhuriyet şekilleri, insan hakları ve hukuk devleti ile uyumlu değildir. Bunların ahlaki zeminde savunulurluğundan söz edilemez. Bunların tamamını savunanlar, ya demokrasi karşıtıdırlar, ya da çoğunluğun azınlıklara baskı uygulamasını meşru gören “çoğunlukçu demokrasi” taraftarlarıdırlar. İnsan hakları ve hukuk devleti kavramlarını, burada bahsi edilen cumhuriyet türleri ile birlikte savunabilmek mümkün değildir. Bunlar siyah ve beyaz kadar birbirlerine zıttırlar.  

Daha somut ifade etmek gerekirse, Hitler’in Almanya’sı da bir cumhuriyettir. Ama demokratik değil, totaliter bir cumhuriyettir. Bu cumhuriyetin, hukuk devleti ve insan hakları ile bağdaşırlığı yoktur. Bu cumhuriyet türünü savunmak, insan hakları ve hukuk devletini inkâr etmekle eş anlamlıdır. Benzer belirlemeler, diğer otoriter, totaliter cumhuriyetlerle, çoğunlukçu demokratik cumhuriyetler için de söz konusudur. 

Gelelim “anayasal demokratik cumhuriyet”lere. Anayasal demokrasiler, “anayasacılık düşüncesine dayanan, devlet iktidarının insan hakları lehine sınırlandırıldığı, insan haklarının, anayasal hükümler ve kurumlar yoluyla teminat altına alındığı, çoğunluğun hakları kadar azınlığın haklarının da anayasal ve kurumsal güvenceye sahip olduğu” demokrasilerdir. Bunlara “demokratik hukuk devleti”, “anayasal devlet”, “anayasal demokrasi” “liberal demokrasi” de denir. Cumhuriyetin, anayasal demokrasi türü ile bütünleştiği devletler, esasen “insan hakları ve hukuk devleti ile bütünleşen” devletlerdir.  

Cumhuriyete dair ayrışma kapsamında bir de “dindar cumhuriyet” mevzuu var. Fakat bu ayrı bir makale konusu olduğu için burada bu mevzua temas etmeyeceğim. 

Yukarıda izah edilen sebeplerle, cumhuriyetin her türünü kapsayacak şekilde “yaşasın cumhuriyet” demenin isabetli olduğu kanaatinde değilim.  

Yani “yaşasın cumhuriyet” diyerek, Hitler’in Almanya Cumhuriyetini, Stalin’in Sovyet Sosyalist Cumhuriyetini, Mao’nun Çin Cumhuriyetini, Mussolini’nin İtalya Cumhuriyetini alkışlamam. Hafız Esad’ın Suriye Cumhuriyetine, Saddam Hüseyin’in Irak Cumhuriyetine, Muammer Kaddafi’nin Libya Cumhuriyetine methiyeler düzmem. 

Benim için makbul ve alkışlanmaya layık olan cumhuriyet, “anayasal demokratik cumhuriyet”tir. Bu vesileyle ben de derim ki: 

“Yaşasın çoğulculuk temelli anayasal demokratik cumhuriyet”. 

Bu şekilde, cumhuriyetle birlikte, hem demokrasi, hem insan hakları, hem de hukuk devleti hep birlikte bütünlük içerisinde alkışlanmış ve savunulmuş olunmaktadır. 

Türkiye’de çoğu kişiler, bu temel farklılıkların farkında olmaksızın, tek partili otoriter cumhuriyet dönemlerini de, “yaşasın cumhuriyet” diyerek methetmektedirler. Hatta “yaşasın cumhuriyet” sözü ile öncelikle bu dönemin kast edildiği görülmektedir. Bu yolla Otoritarizm ta da totalitarizm, cumhuriyetin cazibesi içinde meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.  

Diğer cumhuriyet türlerini savunanlar, hukuk devleti ve insan haklarını peşinen reddediyorlar, çoğunluk baskısını, otoriterizm ya da totalitarizmi makbul rejimler olarak kabul ediyorlar. Bunlar, bunu yaparlarken, cumhuriyetin meşrulaştırıcı işlevini istismar ediyorlardır. Nasıl “yaşasın insan” denilerek, “katil, cani, hırsız, hain, gaspçı, cinsel yönden sapık olan insan”ların da methedilmesi hakikat nazarında ne kadar sorunlu ise, “yaşasın cumhuriyet!” denilerek, çoğunlukçu, otoriter ve totaliter cumhuriyetleri methetmek de o denli sorunludur.  

Nihai olarak ifade etmek gerekirse, “yaşasın erdemli insan”, “yaşasın âdil insan”, “yaşasın iyilik sever insan” nitelemeleri, hakikat nazarında ne kadar yerinde ise, “yaşasın anayasal demokratik cumhuriyet” nitelemesi de o kadar yerinde ve isabetlidir. 

Burada salt “cumhuriyetin temel değerleri ve kazanımları” kavramı ile bütünlük içerisinde “muasır medeniyetin ötesine geçmek” adı altında, dine karşı geliştirilen politikaların meşrulaştırılması, “başörtüsünün, Kur’an’ın öğrenilmesinin, Arap harflerinin ve Arapça ezanın okunmasının kesin olarak yasaklanması” vb. “dışlayıcı, baskıcı, militan laikçi” uygulamalar vb. artık, anayasal demokratik cumhuriyet ile uyumlu olmayacaktır.  

“Sınırlı siyasi düşünce çoğulculuğu yerine, her türlü siyasi ve dini düşüncelerde çoğulculuğun” kabul edilmesi; “Çağdaş hayat tarzı dayatması” yerine, “hayat tarzlarında çoğulculuğun”, yani çağdaşlık diye nitelenen hayat tarzı yanında, “dindar hayat tarzı”nın da teminat altında olması; “dışlayıcı, baskıcı, militan laikçi uygulamalar” yerine, “demokratik, pasif, liberal laiklik” bağlamında “devletin, bütün dinlere ve siyasi düşüncelere karşı tarafsız olması” manasında laiklik anlayışının öne çıkarılması; “sadece cumhuriyetçi olduğu söylenen kesimlerin değil, bütün vatandaşların hak ve hürriyetlerinin teminat altında olması”, “anayasal demokratik cumhuriyet”in değerleri ve kazanımları olarak kabul edilecektir. 

“Anayasal demokratik cumhuriyet”in kazanımlarıyla, bir yandan demokrasi-cumhuriyet, diğer yandan da devlet-halk bütünleşmesi sağlanmakta, “devlet, toplumun siyasi bir örgütlenmesidir” şeklindeki tanımlama ile uyumluluk durumu ortaya çıkmış olmaktadır.  

Artık cumhuriyetle demokrasi bütünlük içerisinde vesayet makamlarının uhdesinden alınarak Millete tevdi edilmiş olmaktadır. Türk milletiyle bütünleşen demokratik cumhuriyete, kem vesayetçi ellerin uzanması, bu yolla daha keskin bir şekilde engellenmiş olacaktır. 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Misafir
 19 Kasım 2020 Perşembe 20:28
bizimki de "ileri demokrasi"ydi zaten...
 Haci Ahmet ALICI
 18 Kasım 2020 Çarşamba 11:33
Adnan Hocam güzel bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık.
 Misafir
 17 Kasım 2020 Salı 20:49
Tebrik ederim. Güzel yazı
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
GÜNCEL SİYASET DÜNYA MEDYA MAGAZİN SPOR YAZARLAR RÖPORTAJLAR PORTRELER ANKARA KULİSİ FOTO GALERİ VİDEO GALERİ KÜLTÜR SAĞLIK EKONOMİ TEKNOLOJİ ANALİZ TEKZİP
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Copyright © 2024 Turktime