PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
İSTANBUL SÖZLEŞMESİNE GÖRE, DEVLET KADINA YÖNELİK 'ALKOL TEMELLİ ŞİDDETLE' MÜCADELE ETMEMELİ Mİ?
Adnan Küçük
YAZARLAR
13 Eylül 2020 Pazar

İSTANBUL SÖZLEŞMESİNE GÖRE, DEVLET KADINA YÖNELİK 'ALKOL TEMELLİ ŞİDDETLE' MÜCADELE ETMEMELİ Mİ?

Türkiye’de son ayalarda en çok tartışılan konulardan biri İstanbul Sözleşmesidir.

İstanbul Sözleşmesinin tam adı: “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile (Ev olacak) İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir.

İstanbul Sözleşmesinin Dibaçesinde (Giriş) şu ifadeler yer almaktadır:

“Kadına karşı şiddet konusunda önemli standartlar oluşturan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin giderek genişleyen içtihat hukukunu göz önüne alarak;”.

“Kadına karşı şiddetin ve aile (ev olacak) içi şiddetin her türünü kınayarak;”.

Bu başlığa ve Dibaçedeki hükümlere bakınca, kadına yönelik ve aile içi şiddetin her türlüsünün önlenmesinin amaçlandığı gibi bir izlenim var.Oysa işin hakikati başka türlüdür.

Dibaçede,kadın erkek eşitsizliği üzerine vurgu yapıldıktan sonra şunlar yer alıyor:

“Kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığının bilincinde olarak;

Kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğunun bilincinde olarak”;

Burada, kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin “toplumsal cinsiyete dayandığı” vurgulanıyor.

Sözleşmeye Hâkim Olan Anlayışın Temel Sorunları

(1) Sözleşmenin Başlığı,“kadına ve aileye yönelik bütün şiddet fiillerini kapsadığı”izlenimi vermektedir. Fakat sözleşmenin içeriği, sadece kadına yönelik ve ev içi şiddete özgülenmiş bulunmaktadır. Bu başlıklametnin bütünü arasında uyumsuzluk söz konusudur.

(2) Sözleşmede şiddetin ortaya çıkış şekilleri belirtilirken, Sözleşmenin başlığı da (ev içi yerine ailekelimesi kullanılmış) dâhil olmak üzere, bazı kavramlar yanlış tercüme edilmiştir.

Sözleşme’nin İngilizce metnindeki “ev içi şiddet (domesticviolence)” ibaresi, Türkçeye “aile içi şiddet”,“ev içinde (domesticunit)” ibaresi “aile birliğinde”,“eşler veya partnerler arasında şiddet” ibaresi “eşler veya ebeveynler arasındaki” şiddet olarak çevrilmiştir (m.3/a, b).

3. maddedeki hükümlerle, Sözleşmede, resmî nikâhlı evli veya evlilik dışı tüm birlikteyaşayanlar arasındaki şiddetin yasaklanması amaçlandığıhalde, Türkçeye çeviride,sadece evli çiftler arasındaki şiddetin yasaklanmak istendiği yönünde bir izlenim verilmeye çalışılmıştır.

Sözleşmenin 36., 46. ve 59. maddelerindeise Sözleşmenin orijinal metni ile uyumlu olarak “aile (eş)”, “partner” ve “ilişki” kelimelerine yer verilmiştir. Burada Sözleşme metninde (3. madde ile 36., 46. ve 59. maddeler arasında ) çelişik hükümlere yer verilmiş olunmaktadır.

İstanbul Sözleşmesi, “kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet” mağdurlarınınkorunmasını kapsamaktadır (md. 3/e). Bu kapsama,resmî nikâhlı eşler yanında, imam nikâhlı eşler, nikâhsız bir arada yaşayan kadın ve erkekler, eşcinsel, transseksüel vebiseksüel birliktelikler de dâhildir.

Diğer Şiddet Türlerinin Dışlanması ve Şiddetin Kaynağına Yönelik Hükümler

Sözleşmede, kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığının vurgulanmasıyla, “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” dışında kalan şiddet türlerinin, önlemlerin alınmasını lüzumlu kılacak düzeydekişiddet türleri olarak görülmek istenmemesinin ya da bu tür şiddetlerin tamamen önemsiz görülmesinin amaçlandığı söylenebilir.

Bu amaç esaslı bir şekilde sorunludur.Burada şu belirlemeyi yapmak istiyorum:

“Kadınlara yönelik şiddet bütün ülkelerde yaygındır. Bunların çoğu ev içinde meydana gelmektedir. Bu şiddet türlerinden hiçbirinin insani olarak kabulü mümkün değildir. Bu tür şiddetler, aile içinde yürütülmeye çalışılan birliktelikleri de değişen ölçülerde sarsmaktadır”.

Burada bir soru sormak istiyorum:

Taraflar, bu Sözleşmenin hükümlerinin uygulanmasında ‘toplumsal cinsiyete dayalı şiddet’in kadın mağdurlarına özel olarak dikkat göstereceklerdir”hükmüyle, Sözleşmenin tamamen “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” üzerindeyoğunlaşması ne ölçüde isabetlidir?

Oysa kadınlara yönelik şiddet fiilleri, sadece ev içinde gerçekleşmemekte, caddelerde, sokaklarda, işyerlerinde, tarlalarda, bağlarda, bahçelerde vb. çok sayıda yerlerde, ev içinde yer almayan kişiler tarafından da gerçekleştirilebilmektedir. Ayrıca, bazı şiddet eylemleri eşin yakınları tarafından gerçekleştirilmektedir. Sözleşmede, bütün bunlar kapsam dışı bırakılmıştır.

Sözleşmede, burada men edilen “toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin kaynakları” konusunda da hükümler var. Sözleşmede bunlar şu şekilde ifade edilmiştir (md. 12/1, 5):

“Taraflar, kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır”.

“Taraflar, kültür, töre, din, gelenek veya sözde ‘namus’ gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edecekler”.

Burada kadına yönelik ve ev içi şiddetin kaynağı olarak şunlar gösterilmektedir:

1- Kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine dayalı ön yargılar, töreler, gelenekler ve diğer uygulamalar;

2- Kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargılar, töreler, gelenekler ve diğer uygulamalar.

3- Kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” gibi kavramlar.

Peki, kadına yönelik ve ev içi şiddetin kaynaklarını sadece burada belirtilenler mi teşkil etmektedir? Sorusu haklı olarak akıllara takılmaktadır.

Gerek bütün dünya genelinde, gerekse ülkemizde kadına yönelik şiddet, salt “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” şeklinde gerçekleşmediği gibi, bu şiddet türlerinin kaynağı da sadece burada belirtilenlerden ibaret değildir. Sözleşmede, yukarıdaki, kadına yönelik ve ev içi şiddetin kaynağı olarak yer verilenlerdendaha başka şiddet kaynaklarının varlığı göz ardı edilmiştir.

Bunlar kısaca şu şekilde sıralanabilir:

1- Alkol kullanımı:Gerek genel, gerekse aile içi şiddetin kaynaklarından biri, alkol kullanımıdır. Normal şartlarda şiddet kullanmayacak bazı kişilerin, alkol almış olmaları sebebiyle, bir başkasına ya da kadın da dâhil olmak üzere aile fertlerine karşı şiddet fiillerini gerçekleştirebildikleri görülmektedir.Bazı araştırmalarda, alkol kullanımının, kadına yönelik ve ev içi şiddet fiillerininbirçoğunda (%12,3, bir başka araştırmaya göre 21,5) önemli bir etken olduğu tespit edilmiştir. Eşlerine şiddet uyguladıkları için sosyal danışma kurumlarına müracaat eden 188 erkekten yarıdan fazlasının alkol bağımlısı olduğu görülmüştür.

2- Uyuşturucu madde kullanımı. Uyuşturucu madde kullananlar da, bu kullanımın etkisi ile başkalarına karşı şiddet uygulayabilmektedirler. Bazı araştırmalarda,uyuşturucu madde bağımlılığının, ev içi şiddette üst düzeyde etkili olan toplumsal faktörler arasında yer aldığı görülmüştür. Eşlerine şiddet uyguladıkları için sosyal danışma kurumlarına başvuran 188 erkekten 1/3’ten fazlasının uyuşturucu bağımlısı olduğu görülmüştür.

3- Alkol ve uyuşturucunun birlikte alınması.Bonzai gibi bazı uyuşturucularla alkolün birlikte alınması halinde, şiddet eğilimi üst düzeyde artmaktadır. 2 vakadan söz edeceğim.

(1) Bu vaka bana karşı gerçekleşti. Alkol ve bonzaiyi birlikte alan bir kişi, hiçbir sebep olmadığı halde bana bıçakla saldırdı ve canımı zor kurtardım. Bu kişi, ayrıca, hem kendi eşine hem de polislere yönelik burada ifade edemeyeceğim türden onlarca kere küfürler etti.

(2) Bu fiil bir bayana karşı, kardeşi tarafından yapıldı. Bıçak elinde her tarafa saldıran bu şahıs, burada ifade demeyeceğim küfürleri ederek en tehlikeli şiddet halini ortaya koydu. Bu şahıs, aldığı maddelerin etkisinden kurtulduktan sonra, kendisine bu davranışı niçin yaptığı sorulduğunda, mahcup bir eda ile “ben bu fiillerin hiçbirini yaptığımı hatırlamıyorum” demiştir.

4- Psikolojik rahatsızlıklar.Psikolojik şiddet ile psikolojik rahatsızlık sebebiyle şiddet fiillerininyapılması farklı şeylerdir.Psikolojik şiddet,kişilerin hislerinin baskı uygulayabilmek adına tutarlı bir şekilde istismar edilmesi, sindirme, yaptırım ve tehdit aracı olarak kullanılmasıdır. Psikolojik rahatsızlıklar sebebiyle şiddet fiilleri ise, genellikle, başta fiziki şiddet olmak üzere diğer şiddet türlerinden birinin ya da birkaçının gerçekleştirilmesidir.

Psikolojik rahatsızlıklar anında, kişiler, ev içinde şiddet uygulayabilmektedir. Şizofren düzeyde rahatsızlığı olanlar, kişilerin hayatına bile son verebilmektedir. Bazı araştırmalarda,depresyon, stres, kaygı bozuklukları (anksiyete), bazı epilepsi (nöbet) türleri vb. psikiyatrik rahatsızlıkların, aile içi şiddete neden olan toplumsal faktörler arasında olduğu görülmüştür.

5-Yoksulluk. Bazı ailelerde iktisadi yoksulluk bazı kereler ev içi şiddetin kaynağı olabilmektedir. Bu kapsamda yer alanların, bir kısmı işsiz, bir kısmının düzenli geliri mevcut değil, bir kısmının düzenli geliri düşük düzeydedir.Aile içerisinde gelir düzeyini aşan harcama talepleriyle karşılaşan aile bireyleri, bazen bu şartlarda hırsızlığa yönelmekte, bazen imkânsızlık içerisinde, aile bireylerine karşı şiddet uygulayabilmektedir. Bazı araştırmalarda, aile içi şiddetin sebeplerinden önemli kısmınınekonomik yetersizlikler (%55,5) olduğu görülür.

6- Kumar.Bütün paralarını kumarda kaybeden erkekler, tekrardan kumar oynamak için para bulmak istemektedir. Para bulamayınca da çaresizlik içerisinde eşine ve/veya çocuklarına şiddet uygulayabilmektedir.Bazı araştırmalarda, aile içi şiddetin sebeplerinden bazılarının  (%5,2)eşlerin kumar alışkanlığının olması olduğu görülmüştür.

7- İletişim bozuklukları.Aile, farklı rolleri üstlenenbireyler arasında sürekli ve yoğun bir şekilde etkileşim ve iletişimin yaşandığı bir ortamdır.Birbirlerini dinlemeyen, anlamayan, empatiyapmayan, aile içi iletişimi zayıf olan ebeveynlerin birbirleri ile ilişkilerinin sükunetli ve anlayışlı olabilmesi beklenemez. Ev içi ilişkilerde en kritik eşiği, bunlar arasında asimetrik bir ilişkinin olduğunun farkına varılmasıdır. Ev içinde güçlü olanın, bu asimetrik ilişkiyi disiplin ve ceza yönünde geliştirmesi halinde, ev içi ilişkiler otoriter bir özellik gösterir.Güçlü olan taraf, ev içinde kendisine mutlak itaat edilmesini bekler. Otoriter kişiliğe sahip olan taraf, diğer ev fertleri ile makul dil alışverişinde bulunmaz. İstek ve emirlerinin tartışmasız yerine getirilmesini ister. Aksi halde, cezaya başvurur. Bu da ev içi şiddeti artırır.

8- Başkalarının tahrikleri.Ev harici kişilerin, ev içi ilişkilere yönelik müdahaleleri neticesinde de şiddet olayları yaşanabilmektedir. Ev harici kişiler, bazen anne-baba-kardeş, bazen akrabalar ya da arkadaşlar olabilmektedir. Bu bağlamda karı ya da kocadan biri ya da her ikisi kendi aileleri tarafından yönlendirilmekte, bu da ev içi şiddetin kaynağını oluşturmaktadır. Kendi inisiyatifleri ile hareket edemeyen, ev içi meseleleri aralarında çözme yeterliği gelişmiş olmayan, büyük ölçüde ailelerinin yönlendirmeleri yönünde hareket eden karı ve koca arasındaki ilişkilerde, kocaya, anne, baba ya da diğer yakınlarından biri yada birkaçı tarafından “döv” onu dendiği zaman şiddet ortaya çıkabilmektedir.Kadına,anne, baba ya da yakınlarından biri ya da bir kaçı tarafından yapılan “kesinlikle kemiğini geveletme” yönündeki telkinleri üzerine, karı koca arasındaki en ufak ihtilafın büyütülmesi şiddete yol açabilmektedir.

9- Kişilerin evlilik öncesi dönemde ailelerinde şiddete şahit olmaları.Erkeğin kadına şiddet uygulamasındaki en temel etmenlerden biri de, erkeğin geçmişte kendi ailesinde şiddet içeren bir ortama şahitolması ya da maruz kalmasıdır. Bazı araştırmalarda, eşleri tarafından fizikî şiddete uğrayan kadınların yaklaşık % 25 ila % 75’inin çocukken fiziki ya da cinsî istismar hikâyesinin olduğu belirtilmektedir. Benzer şekilde geçmiş yıllarda anne-baba arasında yaşanan şiddete şahit olan erkeklerin eşlerine fizikîşiddet uygulama ihtimalinin benzer bir tecrübeye sahip olamayan erkeklere oranlara 3,5 kat daha fazla olduğu sonucunaulaşılmıştır.

10- Boşanma ya da ayrı yaşama. Bazen boşanmaveya ayrı yaşamaya da güvenlik önlemleri kapsamında hakkında evlerinden uzaklaştırma kararı verilen erkekler de, içerisinde bulundukları psikolojik depresyonun derin etkisiyle şiddete yönelebilmektedirler. Burada bahsi edilen kararlar, özellikle erkeklerin şiddete yönelmesinde önemli ve etkili bir etken olarak öne çıkabilmektedir. Bazı araştırmalarda, boşanmış ya da ayrı yaşayan çiftlerin, evli çiftlere oranla 2 ya da 3 kat daha fazla şiddet içerikli fiilleri gerçekleştirdikleri tespit edilmiştir.

11- İ Neslinin Etkileri. 2012 sonrası yetişen nesle İ (İnternet) kuşağı deniyor. İnternet bağımlılığı kapsamında, hem karı koca, hem evlatlarla anne babalar,hem de yaşıtlar arasında bağ, diyalog ve ilişki kurmak zorlaşıyor. Toplum, insanların yalnız olarak yaşadıkları bir alana dönüşüyor. Bu dönüşümün neticesi, aşırı bireyciliktir, bencilleşmedir. İ nesli, individualism(bireycilik) neslini temsil ediyor. Bu zeminde insanlar tüm toplumsal unsurlardan soyutlanıyor. Aşırı bireycilikte bir tek anlam kaynağı var o da kişinin bizzat kendisidir. Yani “sadece benim için iyi olan iyidir; toplumsal iyi, anne-babanın iyiliği, diğer eşin ya da ailenin ortak iyiliği beni ilgilendirmez, ailenin iyiliği bana yararsa makbuldür” anlayışı söz konusu.Âdil ve hakkaniyetli bir dünyanın kurulması bencilkişileri ilgilendirmiyor. Bu zeminde kişi, fıtratına yabancılaşıyor. İnsanlarla gerçek ilişkilerin yerini sanal ilişkileralıyor. Bu da, insanlar arası ilişkilerin gelişmemesine sebep oluyor. Bütün bunlar,ev içi beraberlik ilişkilerinde başarısızlıklara yol açıyor. Bu durum, bazen basit sebeplerle ayrılmalara, bazen de şiddete yol açabiliyor.

12- Kadına yönelik şiddetin daha başka sebepleri: Aile içi ilişkilerde çözüm bulma becerilerindeki eksiklikler, kontrolsüz öfke, aşırı kıskançlık ve alınganlıklar, karşılıklı sevgi ve saygı eksikliği, anlaşmazlıklar, dışlanmışlık ve yalnızlık duyguları, tutarsız disiplin yaklaşımı, ilgi eksikliği, çocuğun olmaması, işte yaşaanan gerilimlerin eve taşınması, aile içi birlikteliği güçlendiren manevi bağların zayıflaması, çocukların eğitimi, bakımı ve ev işi konulara ilişkin ihtilaflar, erkeğin gözünün başka kadınlarda olması, kadınların başka erkeklerle olan ilişkileri, kadının evi ihmal etmesi, karı ya da kocanın aşırı savurgan olması, kültürel farklılıklarvb.

İstanbul Sözleşmesinde, bunlardan hiçbirine, ev içi şiddetin kaynağı olarak yer verilmemekte, bunların önlenmesine yönelik önerilerde bulunulmamaktadır.

Sözleşmede, “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile (Ev) İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme” deyip, bu tür şiddetlere yer verilmemesinin şöyle bir amacının olduğu söylenebilir:

“Kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin’” önlenmesine yönelik hükümler düzenlenirken, aynı zamanda, nikâhlı eşler yanında, nikâh olmaksızın bir arada yaşamaların, eşcinsel, transseksüel ve biseksüel birlikteliklerin de hukuken meşrulaştırılmasıdır”.

Sözleşmenin bu yapısının sağlıklı olmadığını belirtmek isterim. Herhangi bir uluslararası sözleşmeye bağlı olmaksızın sağlıklı bir iç hukukî yapılanma şu şekilde olmalıdır:

1- Aile içinde olsun aile haricinde olsun şiddetin her türlüsünüihtiva eden bütüncül bir düzenleme yapılmalı. Burada, çeşitli şiddet türleri, arz ettikleri kendine mahsus özellikler de dikkate alınarak, bütünlük arz edecek şekilde düzenlenmeli.

2- Şiddetin önlenmesine yönelik hükümler düzenlenirken, nikâhlı aile hayatı haricinde yaşanan gayrı meşru birlikteliklere referans yapılarak onlara hukukî meşruiyet sağlanmamalı.

3- Şiddetin önlenmesine yönelik önlemler öngörülürken, salt toplumsal cinsiyete dayalı şiddetinSözleşmede bahsi edilen kaynakları üzerinde yoğunlaşılmamalı, yukarıda sözü edilen şiddetin diğer kaynaklarının etkisizleştirilmesine yönelik önlemler üzerinde de yoğunlaşılmalı. Sözleşmede “toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin” kaynağı olarak gösterilen hususlarda da, LGBTİ+ eğilimli düşüncelerin hayata aktarılması amacıyla, dinlere ve geleneklerin bütününe yönelik bir mücadeleye girişilmemeli,bu bağlamda, Anayasa tarafından teminat altına alınan aile kurumunu yıkıcı yönde faaliyetlere yönelinmemeli.

4- Şiddetin önlenmesinde, dini, kültürel, manevî, ahlaki değerler peşinen red ya da ihmal edilmemeli. Bazı aile içi şiddet uygulayıcıları, fiillerini haklılaştırmak için, töre, namusvb. toplumsal değerlere referans yapmak istediklerinde, bunlara izin verilmemeli;bunların gayrı insani olduğuna dair eğitici faaliyetler yapılmalı. Bunlar yapılırken, şiddetin önlenmesine ve ailenin korunmasına yönelik, ülkemize mahsus dinî, ahlaki, kültürel, manevi vb. değerler de köklü olarak bireylere kazandırılmalı. Dinî, ahlaki, kültürel,manevi vb. değerlere,negatif değil, koruyucu yönde pozitif işlevler yüklenmeli.Meşru nikâhlı aile kurumu içerisinde, töre, namus vb. bahanelerle şiddeti meşrulaştırıcı uygulamaların önlenmesi yanında, nikâhlı aile kurumunu güçlendirici yönde dinî, ahlaki, kültürel, manevi vb. değerlerin kökleşmesi yönünde çabalar da sarf edilmeli. Aile içi güçlü manevi bağlar güçlendiği ölçüde, hem aile sağlamlaşabilecek, hem de değişen ölçülerde nispeten aile içi şiddetin azaltılabilmesi mümkün hale gelebilecektir.

5- Önleyici tedbirler,şiddete sebep olacak şekilde uygulanmamalı. Tarafların uzlaşması halinde, önlemlerin sürdürülmesi bir başka şiddete ya da boşanmaya sebebiyet verebileceği için, önlemlere derhal son verilmeli. Amaç aileyi yıkmak değil, tarafları korumak olmalı.

6- Evden uzaklaştırma şeklindeki güvenlik tedbirleri, hiçbir bulguve delil olmaksızın “salt kadının beyanı esas alınacak”şekilde düzenlenmemeli. Bu şekilde düzenlenen önlemler, suiistimale sebebiyet verebilecek mahiyettedir. Güvenlik önlemlerinde asıl amaç, şiddete maruz kalan ya da kalma tehlikesi altında olanların korunması olduğu için, bu önlemlerin alınmasını lüzumlu kılacak şartlar keyfiliğe mahal vermeyecek şekilde düzenlenmeli.

7- Meydana gelen şiddet fiilleri neticesinde ortaya çıkan bazı ölümlü cinayetler için İDAM düzenlemesi yapılabilir. Bir kadın burada tarif edemeyeceğim iğrençlikte katlediliyor; sonra bu cinayet aylarca tartışılıyor, bu fiil ve fail şiddetle lanetleniyor.Sonrabu fiili gerçekleştiren cani kişi “güya ömür boyu”devlet tarafından beslenmek üzere hapsediliyor.İnfaz kuralları çerçevesinde belli bir süre geçtikten sonra da bu canikişi iyi haldurumundanfaydalandırılarak tahliye ediliyor. Bu kişi, tahliyeden sonra mağdurun yakınlarının gözleri önünde dolaşmaya başlıyor; ya da içeride daha da kinlenerek yeni cinayetler işleyebiliyor. Hunharca işlenen cinayete kurban gidenlerinyok edilen hayat hakkının bu tür yaptırımlarla korunmaya çalışılmasınınadaletle uyumlu olduğu kanaatinde değilim. İnsancıllık, vahşice cinayet işleyen canilerin bir ömür ya da belli bir süre devlet kesesinden beslenmesini lüzumlu kılıyorsa, bu insancıllığı tasvip etmiyorum; insancıllık, katilin korunmasına hizmet ettiriliyor.

8- Aile içi ve kadına yönelik şiddet vakalarında sadece koruyucu ve önleyici tedbirlerle yetinilmemeli. Yani, sadece şiddet uygulayıcısını belli bir müddet mağdurdan uzaklaştırarak, 2-3 ay süreyle tedbir amaçlı tutuklayarak, şiddet uygulayıcısı erkeğin kadından uzaklaştırılması yoluyla kadını evinde bırakarak,gerekirse ona koruma tahsise ederek ya da mağdur kadın sığınma evine konularak mesele çözülemez. Çünkü bir müddet sonra, koruyucu ya da önleyici tedbirler sona ermekte, taraflar tekrardan karşı karşıya kalmaktadırlar. Belki de bu durumda, uygulanan tedbirlere bağlı olarak yaşanan psikolojik gerilimler,depresyonlar vb. sebeplerle, yeniden şiddetin gerçekleşme ihtimali ve derecesi çok daha tehlikeli hale gelebilmektedir. Bu vesileyle, bu önlemlerin daha başka uygulamalarla da takviye edilmesinde fayda vardır.

Bu bağlamda, her bir vakanın özelliğine bağlı olarak, öfke kontrolünün sağlanması, stresle baş edebilme, psikiyatrik ve psikolojik rahatsızlıkların, madde bağımlılığı ve alkol kullanımı temelli sorunları olanların tedavi edilmesi vb.önleyici tedbirler kapsamında uygun ıslah edici tedbir uygulamalarına da gidilmelidir.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Raziye Ünal
 20 Ekim 2020 Salı 21:35
Sayın yazarımız Adnan küçük beyefendinin görüşlerini aynen katılıyorum beyler in evden uzaklaştırılması hanımların sığınma evlerine konması hiçbir zaman çözüm değil çözüm tedavi edici ve önleyici olmalıdır saygılarımla
 Adnan METİN
 13 Eylül 2020 Pazar 21:23
ÇOK İYİ İSABETLİ TESPİT VE TAVSİYELER YÜREĞİNE SAĞLIK DAYIOLU. BAŞARILAR DİLİYORUM. SELAMÜNALEYKÜM.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
GÜNCEL SİYASET DÜNYA MEDYA MAGAZİN SPOR YAZARLAR RÖPORTAJLAR PORTRELER ANKARA KULİSİ FOTO GALERİ VİDEO GALERİ KÜLTÜR SAĞLIK EKONOMİ TEKNOLOJİ ANALİZ TEKZİP
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Copyright © 2024 Turktime