Eli kanlı İsrail yönetimi tarafından Gazze’de, Lübnan’da, Ürdün’de gerçekleştirilen vahşice katliamların sene-i devriyesine gelindi.
Katil Netenyahu yönetimi takriben elli bin civarında korumasız, masum insanları canavarca katletmeye devam ediyor.
Bu katledilenlerin çok büyük bir kısmı, savunmasız, masum çocuklar. Geri kalanların büyük ekseriyeti de masum, silahsız, korumasız, biçare kadın ve erkeklerdir.
Eli silahlılardan öldürülenlerin sayısı, katledilenler arasında çok cüz’i kalıyor.
Bu savaşın temelini, arz-ı mev’ud diye anılan, esasen iki bin beş yüz yıl önce o dönemin İsrail Oğullarına hak dinlerini yaşadıkları için Allah tarafından vaadedilen yerlerin şimdilerde haksız, hukuksuz, kanlı katliamlarla işgal edilmesi çabası teşkil etmektedir.
Hiç kusura bakmasın bu eli kanlı Siyonistler. O dönemde Allah’ın vaadde bulunduğu Yahudilerle şimdiki Siyonistlerin benzerliği sadece isim olarak anılmaktan ibarettir.
Şimdinin Yahudileri, sadece kendilerine Yahudi dedikleri için O’nlara benziyorlar. Tevrat’ı tahrif ederek, kendilerini tüm insanlardan üstün ırk ilan ederek, Allah’ın “Ey insanlar! Şübhesiz ki biz, sizleri bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanımanız için de sizleri, milletler ve kabîlelere ayırdık. Doğrusu Allah katında sizin en üstün olanınız, en takvâlı olanınızdır” (Hucûrât, 13. ayet) yönündeki ayeti ile birebir uyumsuzdur.
Yahudilerin diğer insanlardan üstünlüğünü iddia etmek, hem Allah’ın bahsini ettiğimiz ayeti ile çelişir, hem de Nasyonal Sosyalizmin; yani Faşizm’in, Hitler zihniyetinin Siyonist görünümünden ibarettir.
Burada en acı olanı da, insan hakları, hukuk devleti, adalet, vicdan, insan onuru, insan hayatı, gibi insani değerlere en çok kendilerinin sahip olduğunu söyleyen, bu değerleri tüm insanlık âleminde kendilerinin koruduğu iddiasında olan devletlerin bu katliamları mutlak olarak destekliyor olmalarıdır. Hem de “medeniyet” kimlikleri ile bu desteği veriyorlar.
Batı medeniyeti içinde mümtaz bir yeri işgal eden, Amerika, kendi kurallarını da ihlal ederek İsrail’e destek veriyor. ABD, hukuk sistemine göre, askeri ihracat yaptığı ülke, çatışma bölgesine insani yardımların yapılmasına mani oluyorsa, bu ihracatı yapmaması gerekir. ABD Kongresi, “İsrail’in çatışma bölgesine insani yardımların yapılmasına izin verdiği” yönünde tüm dünyanın yalancı olduğunu bildiği düzmece raporlara istinaden bu yardımları sürdürüyor.
Temelini insan hakları, hukuk devleti, adalet, vicdan, insan onuru, insan hayatı gibi insani değerlerin oluşturduğu söylenen Batı Medeniyetinin vahşi kanlı gerçek yüzü, en bariz şekilde bu katliamları destekleyerek, hatta teşvik ederek gün yüzüne çıkmış olmaktadır.
Küresel ölçekte yaydığı insan hakları, hukuk devleti, adalet, vicdan, insan onuru, insan hayatı gibi insani değerlere sahip olduğu yönündeki güçlü algılar sebebiyle, Batılı ülkelerin haricinde kalan milletlerin büyük ekseriyeti bu medeniyete öykünmektedirler.
Maalesef, bir kısmı Müslüman olan bu milletler, kendi elmas gibi değerlerini terk ederek daha önceleri gizlenen vahşi yüzü şimdilerde Gazze’de, Lübnan’da, Ürdün’de ve diğer bölgelerde gün yüzüne çıkan bu medeniyete hala meftun olmakla, onlara öykünerek benzemeye çalışmakla, tarihteki en büyük gafletlerini yaşıyorlar.
Burada Batı medeniyeti derken kastettiğim, temelini Allah’ın her insana verdiği bozulmamış fıtrat ve vicdani hassasiyetlerini muhafaza eden, Gazze’de, Lübnan’da, Ürdün’de ve diğer bölgelerde yaşanan insanlık dışı katliamları kesinlikle reddeden, bu bağlamda tepkilerini en üst düzeyde ortaya koyan Batılı kişi ve kuruluşları, burada sözünü ettiğim vahşi, canavar Batı medeniyeti nitelemesinin haricinde tutuyorum.
Bu canavar vahşi Batı medeniyetinin temelini, “haklı haksız ayırd etmeksizin kendi menfaatlerini mutlak olarak üstün görmek, kendi menfaatleri için başkalarını yok ederek onları yutmak, bütün gücünü buna sarf etmek” fikri teşkil etmektedir.
Şu söz bu anlayışı özetlemektedir: “Menfaat üzerine dönen siyaset CANAVARDIR”.
Felsefesini bu anlayışın teşkil ettiği Batı medeniyetinde sadece kendilerinden olanların insan olarak korunmaya değer hakları mevcuttur. Tüm kendilerinden olmayan herkes, hatta masum çocuklar, savunmasız kadınlar, acuze yaşlı kadın ve erkekler de olsa, yok edilebilirler.
Yani “bir litre petrol mü yoksa binlerce masumun kanının akıtılması mı”? dendiğinde, bir litre petrol için masum kanlarının akmasını kabullenen bir vahşi medeniyet söz konusudur.
İslam Dininde “bir tane masum insanı (bu insan mü’min de olabilir bir başka dine ya da siyasi düşünceye de mensup olabilir) haksız yere katletmek, bütün insanlığı katletmek gibidir” esası söz konusudur. Batı medeniyetinin insan hakları anlayışı, İslam’ın bu anlayışının sonsuz derece uzağında yer almaktadır.
Kısaca ifade etmek gerekirse, “on binlerce masum korumasız bebeklerin ve kadınların kanının, petrol kadar belirleyici ve kıymetli olmadığı bir medeniyet görünümlü vahşet ve dehşet dünyasında yaşıyoruz ve bazıları da buna medeniyet diyorlar”.
Bu medeniyetin yeri cehennemin dibi olsa gerek. Onun için, katiller için yaşasın cehennem diyoruz. Esasen bütün bu vahşetler, dehşetler, haksız katliamlar, cehennemin yaratılmasını mutlak olarak lüzumlu kılmaktadır. Aksi halde, zalimler, tüm haksızlıklarıyla, zulümleriyle, katliamlarıyla, mazlumlar ve masumlar da maruz kaldıkları bütün haksızlıklar, adaletsizlikler ve gözyaşlarıyla buradan göçüp gideceklerdir. Bu da adaletin yok olmasıdır.
Adl-i İlahî varsa (ki mutlak olarak vardır; buna inanıyoruz), bütün bunların hesabını ruz-u mahşerde, mahkeme-i kübrada mutlaka soracaktır.
Batının İki Yüzlü Kimliği
Dürüstlük ve vicdan sahibi olmak, insanın içinin ve dışının bir olmasını gerektirir. Bir kişi insan haklarını savunuyor ve fıtratı bozulmamış sağlam bir vicdan sahibi ise fiillerinin de bununla uyumlu olması gerekir.
Bir ülkede insan haklarının anayasa ve kanunlarda tanınmış olması, onların hayata geçirilmeleri için teke başına yeterli değildir.
Uluslararası ölçüm kuruluşları tarafından bir ülkenin ya da bazı ülkelerin demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları şampiyonu ilan edilmeleri, bu ülkelerin insani değerlere saygılı olduklarını, onu koruyucu yönde politikalar geliştirdiğini göstermez.
Burada bir devletin insan hakları kimliğinin belirlenmesinde sadece iç hukuk uygulamaları esas alınamaz, alınmamalıdır da. Devlet sınırlarını taşan insan hakları ihlallerinin de devletlerin insan hakları karnesinin belirlenmesinde dikkate alınması gerekir.
Nitekim insan hakları evrensel bir değerdir. İnsan hakları sadece iç hukuki düzenleme ve uygulamalarla korunmaz. Nitekim insan hakları ile alakalı uluslararası belgeler de insan haklarının bir iç hukuk meselesi olmadığının bariz bir delilidir.
Bu vesileyledir ki, bir devlet, sadece kendi ülkesinde anayasal normlarıyla uyumlu olarak insan haklarını korumasıyla insan haklarına saygılı olduğunu söyleyemez. Bu ülke, diğer ülkelerin insanlarına zulmediyor, onları katlediyorsa, ülkesindeki insan hakları karnesi belki olumlu olabilirse de, genel insan hakları karnesi kanla lekeli demektir.
Burada resmi anayasal normlarla şekillenen iç hukuki düzenle evrensel insan hakları metinlerini bütünlük içinde değerlendiriyorum. Devletin insan hakları kimliğinin, bu bütünlükten koparılarak sadece iç hukuk düzeni esas alınarak belirlenmesi, söz konusu ülkenin insan hakları karnesinde hatalı değerlendirmelerin yapılmasına sebep olacaktır.
Bu bağlamda bir ülke, iç hukuk düzeninde insan haklarını korumakla birlikte, bir başka ülkenin katliamlarına destek veriyorsa, onun katliamlarına ortak oluyor demektir.
Hele ki bir devlet, bir başka ülkenin katliamlarına hem silah ve mühimmat yardımı yapıp hem de sözlü olarak destek veriyorsa, o ülkenin bütün vahşice katliamlarına mutlak ortak oluyor demektir.
Batı Medeniyetinin Akıbeti
Şu an Batı medeniyetinin vahşi cenahını temsil edenler, her ne kadar geçmiş yıllarda küresel ölçekte masum ve insani görüntü verseler, bu yönde algılar oluştursalar da, artık mızrak çuvala sığmıyor. Artık vahşetleri, insani görünümlü simalarını yok ediyor.
Bu vahşete, dünya genelinde inancı ne olursa olsun, fıtratı bozulmamış tüm vicdan sahibi insanlar tarafından tepki gösterilmektedir.
Batı medeniyeti, vahşi canavarca kimliğini görünür kılmasının bir neticesi olarak, tıpkı insan fıtratını ve vicdanını yok sayan Marksist rejim gibi kendi sonunu hazırlıyor. Nasıl ki Sovyet rejimi, Marksist kimliği ile en katı ve kalıcı hale geldiğine dair görüntü sergilediği 1990’lı yılların başlarında birden bire yıkıldı ise insani görünümlü vahşi Batı medeniyeti de, vahşet ve dehşetinin bir bedeli olarak kendi yıkılışını hazırlıyor.
Bu yıkılış, ya kendi içinde vicdan ve bozulmamış fıtrat temelli bir dönüşüm yaşanarak gerçekleşecek ya da insan hakları, adalet, eşitlik, insanların ruhî/manevi ihtiyaçlarının tatmin edilmesi vb. temelli sahici manada köklü dönüşüme maruz kalacaktır.
Mevcut Batı medeniyetinin belirgin kimliğini, insanların ruhi/manevî ihtiyaçlarını karşılamayan, insanları hayvani tarzda sadece sefahatle tatmin etmeye çalışıp da bir türlü tatmin edemediği manevi boşluğa iten bir hayat tarzı teşkil etmektedir. Batı medeniyetinin bu kimliğini teşkil eden anlayış, insanları inanç noktasında boşlukta bırakmaktadır. Aile yok olmanın eşiğindedir. Batıda, cinsel hayat konusunda “cinselliğin bir kişisel hak olduğu yönündeki yaklaşımla” LGBT’nin mutlak hâkimiyeti ve belirleyiciliği söz konusu.
Bütün bunlar, “Ey insan! necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun, bir ahiret olacak mı, olmayacaksa bütün bu zulümler ne olacak, ölüm bir ebedî yok oluş mudur, tüm insanlar ölümle karşı karşıya, ölümün bu ebedî yok edici neticesinden bir kurtuluş yok mudur?” gibi ağır sorular, Batı’da da milyonlarca hakikat arayıcılarının zihinlerini yoğun bir şekilde meşgul etmektedir.
Mevcut Batı medeniyeti bu soruların hiçbirisine kalıcı ve etkili cevaplar geliştiremiyor. Bazı hakikat arayıcıları, hidayete ererek bu cehennemi ortamdan kurtuluyorlar. Ama milyonlarca insan bu sorularla baş başa cehennemi hayat yaşıyorlar.
Esasen batı medeniyetinin sefahat temelli yaşantı önerisi de, bu soruların milyonlarca insanlardaki tahrip edici sonuçlarını ortadan kaldıramıyor. Bazı kişiler, sefahat içinde yaşayarak, uyuşturucu ve sarhoş edici maddeler kullanarak bu soruların etkisini azaltmaya çalışsalar da “ÖLÜM” hakikati, onlar için en dehşetli son oluyor.
Kısaca, Batı medeniyetinde meydana gelecek köklü değişim, dönüşüm burada sözü edilen ruhî/manevî boşluğu dolduracak, yukarıda sıraladığım sorulara tatmin edici cevaplar geliştirecek mahiyette olmalıdır ki insanlığın saadetine vesile olabilsin. Bu muhtevada bir dönüşümüm olmayışı, dönüşüme uğrayacak Batı medeniyetini insani kılmaya yetmeyecektir.